26 Nisan 2014 Cumartesi

GERÇEKTEN KAPİTALİST ÜRETİM BİÇİMİ İYİ BÖLÜŞÜM BİÇİMİ METELİK ETMEZ Mİ?



GERÇEKTEN KAPİTALİST ÜRETİM BİÇİMİ İYİ BÖLÜŞÜM BİÇİMİ METELİK ETMEZ Mİ?

Merhaba,

Bu tartışmanın ekseninin kaydığından haberdar olunup olunmadığını anlamak zor mu, yoksa bu bilinçli bir eğilim mi, bu konuya girmeyeceğim ama şu bir gerçek ki anlatılanlar, hem KCK yöneticisinin “ekonomik komün” üzerine sorulan sorulara karşı hiç açılmayan “açılım paketi” nin anlatımı gibi olan anlattıklarının içeriğini anlamaya yarayacak bilgiler değil ve hem de, buna karşı ortaya konulan eleştirilerin lehte veya aleyhte irdelenmesine götürecek bilgiler değildir!


Ve umuyorum ki, bu hatırlatmamdan sonra, tartışmacılar, tartışmanın asıl eksenine döneceklerdir!


Asıl eksen mi?


“Atılım”cılar, eksikleri, yanlışları olabilir veya olmayabilir, bu ayrıdır ama gayet derli toplu ve anlaşılır bir dille, hiçbir aşırılığa kaçmadan KCK’nin temsilcisinin “önerdiği” ekonomik modeli aleyhte eleştirmişlerse; buna karşı lehte ve aleyhte eleştiriler, yani Atılımcıların eleştirilerindeki eksikler ve/veya yanlışlar üzerine karşı veya düzeltici eleştiriler beklenir ki işte bu, tartışmanın asıl eksenidir!


Çünkü ortada otopsi yapılmak üzere masaya yatırılan bir konu, “ekonomik komün” konusu vardır!


Oysa yapılan bambaşka bir şeydir ve başrolde, bu tartışmanın neredeyse tıpatıp benzeri bir başka tartışmada olduğu gibi, yine BORGA’yı görüyoruz ve yine Hasan Karataş, tartışmada hazır ve nazırdır ve yine “ekonomik komün” üzerine hemen hemen hiçbir lakırdı yoktur!


Örnek olsun, Atılımcıların eleştirilerinden birisi şöyle:


“Özerk ekonomik topluluklar, Dühring’den bu yana sosyal reformcuların temel önermesi olmuştur. Engels bu önermeyi Anti-Dühring‘de kapsamlı biçimde çürütür. Ancak SSCB’nin yıkılışının ardından bu önerme adeta yeniden “moda” olmuştur. Anarşistlerden Post Marksistlere çok geniş bir yelpaze, sosyalizm deneyimlerinin geçici yenilgisi karşısında yaşadıkları çıkışsızlığı, çözümsüzlüğü bu önermeyle aşmaya çalışmışlardır. KCK’nin de Marksizm yerine onları referans almayı tercih ettiği görülüyor.”


Haksızlar mı, değiller mi? Kimsenin ilgi alanında görünmediği gibi, sanki ortada bir ekonomik komün tartışması yokmuş gibi, emperyalizmin, finans oligarşinin bağırsaklarından üzerimize üzerimize püsküren gazların ekonomi politiği misli lakırdılardan gökyüzüne merdiven yapılıyor!


Oysa aylardır ve kafamıza kalın kalın çiviler çakıyorlarmış gibi kakılan bir konu var ortada; elle tutulur mu, gözle görülür mü, teorik olarak net bir fikir verecek yeterli ölçüde bir pratiği var mı, ya da başka ifadeyle tarihin getirip-götürdüklerinden önümüze dökülenler, bu konunun nemenem bir şey olduğunu anlamamıza yarayacak yeterli doneleri veriyorlar mı? Henüz tam olarak bilmiyoruz ve tıpkı, hiç açılmayan şu ünlü “açılım paketi” gibi, tam olarak neyi içerdiği anlatılmadan üzerinde fırtınalar kopartılan bir tasarım veya bir model ile karşı karşıyayız ve hâlâ hem bu konu fetişleştiriliyor ve hem de üzerinde derinlemesine durmak yerine, etrafında tur atılarak, sadece ve sadece, herkesin koşulsuz olarak, bu konu hakkında “eyidir, hoştur, güzeldir, gönlüm ondadır…” yollu irade ve fikir beyan etmesi bekleniyor!


Diğer tartışmaya, en azından şimdilik, müdahil de, dahil de olmadım ama yine de özellikle asıl ekseni hatırlatan bir yaklaşımla söylenmesi gerektiğine inandıklarımı aktardım; ancak, pek ipleyen olmadı dersem yalan olmaz; bu nedenle burada, açıkçası, neden kimsenin aklına gelip de, bir yarış misli ve sanki kapitalizminkini aşıp, emperyalizmin ekonomi politiği ve finans hareketleri hakkında ve asıl konu ile pek ilgisi olmayan, en azından asıl konunun içeriğini anlama konusunda pek katkısı olmayacak olan engin bilgilerini dökenler, bu konuda bir tek laf etmezler merak ederek, öncelikle Engels’in “ekonomik komünün işleyişi” ne dair ve özellikle de kısa olması açısından uygun bulduğum için ve asıl konu ile hemen hemen birebir alakalı olduğuna inandığım için ve elbette bu vesile ile asıl eksene dönüleceğini umduğum için, aktarmak istiyorum.


Ancak, bundan önce, burada asıl eksen ile daha doğrusu asıl eksenin hem tanıtılması istenirken, hem de neden etrafında tur atıldığının anlaşılması ile ilintili olan bir mihenk noktasını hatırlatmamın yerinde olacağına inanıyorum.

Şöyle:

Sosyalistler için ilerletici olan ile geriletici olan arasındaki ilişki hem bellidir ve hem de önemlidir; şimdi daha da önemlidir ve sosyalistler, hep ilerletici olandan yana irade göstermişler ve göstermelidirler!


Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını özgürce belirlemesi için mücadelesi ve buna yürekten destek vermek de ilerletici olanın içindedir!

Ancak, Kürt halkını, ABD emperyalizminin dinci, gerici, ilkel ve itaatkâr bir Kürt devletine mahkûm etme çabası, dolayısıyla Kürt halkını ABD emperyalizmine teslim etme çabası gerici ve gerileticidir!

İşte bu, sosyalistlerin destek verebileceği bir durum değildir! Dolayısıyla sosyalistler, asıl konuya, “ekonomik komün”, ya da “demokratik komün”, her neyse ona bu temelde yaklaşıyorlar ve bu konunun, kafalara çivi çakar gibi kakılarak çözümlenmiş ve anlaşılır ve de kabul edilir kılınmış sayılmayacağına inanıyorlar!

Yani, bir taraftan kapitalizmi, “demokratik” yaparak kurtarmaktan söz ederken, diğer taraftan aynı hikâyenin içinde sırf “devletli” olduğu için, işçi sınıfının, ezilen ve sömürülen sınıfların iktidarını hem “devletli” olmak üzerinden kapitalizmle özdeşleştirip, hem de, yine “devlet”i bahane ederek, topyekün reddetmek ve bunu yaparken de en devrimci, hatta Marxizm’i de, sosyalizmi de “aşan” bir teoriden, söz ediliyormuş gibi ve gene aynı hikâye içinde, bir de kapitalizmi tımar etmeye de yarayacak bir teoriden söz edilerek pazarlanmaya çalışılan “ekonomik model”in içindekileri de, kapsadığı sınırı da açık ve net olarak anlatmadan, herkesin bu modele ve sanki ufukta görülen yepyeni bir modelmiş gibi biat etmesine yardım etmesini sosyalistlere dayatmak kimsenin harcı da,hakkı da değildir!

Aslında bir mihenk noktası daha var ki, onca bilgece kapitalizmin ve emperyalizmin iktisadına dair engin bilgiler tekrar tekrar önümüze konulurken, asıl konu ile gene yakından alakalı olan bu mihenk noktası da hep es geçilmektedir!


O da şöyle:


Materyalist tarih anlayışını güdenler pekâlâ bilir ve inanır ki, üretim ve üretimden sonra, üretilen ürünlerin değişimi, her toplumsal rejimin temelini oluşturur.


Materyalistler, tarihte görülen her toplumda, ürünlerin bölüşümünün ve ürünlerin bölüşümü ile birlikte, sınıflar ya da zümreler biçimindeki toplumsal eklemlenmenin üretilen şeye, bunun üretiliş biçimine ve üretilen şeylerin değişim tarzına göre düzenlendiği tezinden hareket ederler.


Sonuç olarak, bütün toplumsal değişikliklerin ve bütün siyasal altüst oluşların son nedenlerini, insanların kafasında, ölümsüz doğruluk ve ölümsüz adalet üzerindeki artan kavrayışlarından değil, üretim ve değişim biçiminin değişikliklerinde aramak gerekir; onları, ilgili dönemin felsefesinde değil, iktisadında aramak gerekir.


Peki, Marxizmi inkâr edenlerin bunu ilgili dönemin felsefesinde aradığını biliyoruz ama materyalist geçinen baylar ise “iktisadında aramak” gerekir diyerek, bir sürü iktisat rakam ve formüllerini, her ne kadar ortaya konulan rakam ve formüllerin yanlışlığı veya eksikliği üzerine ortaya konulan bir eleştiri refleksi gibi görünse de, ard arda dizerken, bu basit ama son derece belirleyici önermeyi, bu mihenk noktasını, akıllarına getirmiyor mu?

Asıl konudan uzaklaşma katsayısına bakarsak, pek de akıllarına gelmiş gibi görünmüyor, akıllarında olup da, başka konularla cebelleş oluyorlarsa, umuyorum ki bu hatırlatmamdan sonra, asıl konuya ve işaret ettiğim bu mihenk noktalarına döneceklerdir!

Şimdi, Ekonomik Komün İşleyişine dair çözümlemeyi aktarabilirim.

Ama önce, Dühringvari düşüncede, sosyalizminin nemenem bir şey olduğuna Engels’in anlatımıyla kısaca değinmemiz gerekiyor: anlatalım ki, Öcalan’ın istiareye yatıp da ortaya koymuşçasına aniden icad ettiği veya keşfettiği “komün” u-topya’sının, Dühringin “doğal sistemi” denli Dühringvari saçmalıkları anımsattığının görülebilmesine belki katkımız olur!

Böylece, güvercinin suçsuzluğu ile yılanın kurnazlığının birleştirilip, kendi kendini onurlandırmanın, şimdiki Dühringlerde de kendini nasıl gösterdiğinin görülebilmesi, yani, önüne “demokratik” eki koyarak ve ”komün” sayıklayarak kapitalist üretim biçiminin ortadan kaldırılmasını gerçekleştirdiği için, Öcalan’ın kendisi ve tilmizlerince nasıl onurlandırıldığının görülebilmesi belki mümkün olabilir!

Dühring’in sosyalizmi, son çözümlemede kesin bir doğruluktur; "toplumun doğal sistemi"dir, köklerini "evrensel bir adalet ilkesi"nde bulur ve eğer Bay Dühring onu iyileştirmek için geçmişin günahkâr tarihi tarafından yaratılmış kurulu düzeni hesaba katmaktan kendini alamazsa bu, arı adalet ilkesi bakımından daha çok bir mutsuzluk olarak düşünülmesi gereken bir durumdur.

Bay Dühring, her şeyi olduğu gibi sosyalizmini de, o iki ünlü adamcağızının yardımı ile kurar. Ama bu iki kukla, bundan önce olduğu gibi, efendi ve uşak rollerini oynayacak yerde, değişiklik olsun diye bu kez, hak eşitliği oyununu oynarlar ve böylece Dühringvari sosyalizmin temelleri dört başı bayındır bir biçimde ortaya çıkar.

Buna göre, devirli sınaî bunalımların Bay Dühring'de, bizim onlara vermek zorunda kaldığımız tarihsel anlama hiç de sahip olmadıkları açıktır.

Onun gözünde bunalımlar, "normal"den rastgele sapmalardan başka bir şey değildirler ve olsa olsa "daha düzenli bir düzenin geliştirilmesi"ne neden olurlar.

Bunalımları aşırı-üretim ile açıklama yolundaki "alışılmış tarz", bunun "daha doğru bir anlayış"ına hiç de yetmez.

Büyük bunalımların nedenine gelince; bu, aşırı-üretim değil, daha çok "stoklar ile sürüm arasındaki çatlağı, sonunda çok tehlikeli bir biçimde genişleten... Ulusal tüketimin geride kalması... Yapay olarak meydana getirilmiş eksik-tüketim... Ulusal gereksinmenin doğal büyümesi içinde engellenmesi" olurdu.

Ne yazık ki yığınların eksik-tüketimi, yığın tüketiminin yaşama ve çoğalma bakımından zorunlu asgariye indirgenmesi, hiç de yeni bir olay değil. Sömüren ve sömürülen sınıflar var olduğundan beri, bu olay da vardı.

Hatta yığınların durumunun, örneğin 15. yüzyılda İngiltere'de olduğu gibi, son derece elverişli bulunduğu tarih dönemlerinde bile, bu yığınlar eksik-tüketici idiler. Tüketmek için kendi öz yıllık ürünlerinin tümüne sahip olabilmekten çok uzakta bulunuyorlardı.

Öyleyse eksik-tüketim, binlerce yıldan beri devam eden tarihsel bir olgu olduğuna, oysa pazarın üretim fazlalığı sonucu olan bunalımlarda patlak veren durgunluğu ancak elli yıldan bu yana duyulur bir duruma geldiğine göre, yeni çatışmayı, yeni aşırı-üretim olayıyla değil, binlerce yıllık eksik-tüketim olayı ile açıklamak için, Bay Dühring'in tüm bayağı iktisat yavanlığı gerekir.


Bu tıpkı, matematikte biri değişmez, biri değişken iki büyüklük arasındaki ilişkinin değişmesini, değişkenin değişmesi olayıyla değil, değişmezin aynı kalması olayı ile açıklamak istemeye benzer.

Yığınların eksik-tüketimi, sömürüye dayanan bütün toplum biçimlerinin, öyleyse kapitalist toplumun da zorunlu bir koşuludur; ama yalnızca kapitalist üretim biçimi bunalımlara yol açar.

Buna göre, eksik-tüketim de, bunalımların bir önkoşuludur ve bu işte uzun zamandan beri bilinen bir rol oynar; ama bunalımların bugünkü varlığının nedenlerini, bize geçmişteki yokluğunun nedenlerini açıkladığından daha çok açıklamaz.

Ayrıca Bay Dühring'in, dünya pazarı üzerine tuhaf düşünceleri de var.

Dühring, bugünkü patronal üretimin, "pazarı ile birlikte, özellikle varlıklı sınıflar çevresine yönelmesi" gerektiği sanısına da kapılır; ama bu, onu yalnızca on altı sayfa ötede, demir ve pamuk sanayilerini, yani ürünleri ancak son derece küçük bir bölümü bakımından varlıklı sınıflar çevresinde tüketilen ve bütün öteki kollardan daha çok yığın tüketimi için çalışan iki üretim kolunun ta kendisini, alışılmış biçimde, en önemli modern sanayiler olarak göstermekten alıkoymaz.

Hangi yana bakarsak bakalım boş ve çelişik, gelişigüzel bir gevezelikten başka bir şey görmeyiz.

Ama pamuklu sanayisinden bir örnek alalım.

Eğer, oldukça küçük bir kent olan Oldham kenti, Manchester yöresinde pamuk sanayisi ile uğraşan 50.000-100.000 nüfuslu on iki kadar kentten biri, tek başına, yalnızca 32 numara iplik eğiren iğ sayısının 1872'den 1875'e dört yıl içinde 2,5 milyondan 5 milyona yükseldiğini, öyle ki İngiltere'nin yalnızca orta büyüklükteki bir kentinin, Alsace dâhil, tüm Almanya pamuklu sanayisinin toplam olarak sahip bulunduğu iğ kadar, yalnızca tek bir numara eğiren iğe sahip olduğunu gördüyse ve eğer İngiliz ve İskoç pamuk sanayisinin bütün öteki kol ve bölgelerindeki genişleme de hemen hemen aynı oranlarda olduysa, pamuk ipliği ve pamuklu dokuma pazarındaki bugünkü tam durgunluğu, İngiliz pamuk fabrikalarının aşırı-üretimi ile değil de, İngiliz halk yığınlarının eksik-tüketimi ile açıklamak için, yüksek dozda bir radikal denge gerek.

Yeter. İktisatta Leipzig kitap pazarını, modern sanayi anlamında bir pazar sanacak denli bilgisiz kimselerle tartışılmaz.

Öyleyse Bay Dühring'in, bize bunalımlar üzerine şunlardan başka hiçbir şey söylemesini bilmediğini saptamakla yetinelim: Bunalımlarda "yüksek gerilim ile gevşeme arasında, günlük bir hareket"ten başka bir şey söz konusu değildir; aşırı spekülasyon, "yalnızca özel girişimlerin plansız birikiminden ileri gelmez", ama "bireysel patronların düşüncesizliği ile kişisel ölçülülük eksikliğini, aşırı arz sonucunu veren nedenler arasında saymak" da gerekir.

Peki, düşüncesizlik ve kişisel ölçülülük eksikliği "sonucunu veren neden", bir kez daha nedir?

Kapitalist üretimde kendini özel girişimlerin plansız birikiminde gösteren o aynı plan yokluğunun ta kendisi.

Yeni bir neden bulmak için, ekonomik bir olgunun yer değiştirmesini ahlaksal bir eleştiri olarak almak da güzel bir "düşüncesizlik" değil mi?

Engels, cahilane bir şekilde etrafa saçılan Dühringvari saçmalıkları, hak ettiği tarzda sıvadıktan sonra yine Dühringvari bir saçmalık olan "toplumun doğal sistemi" düşüncesine geçer.

Şimdi bu sistem üzerinde Engelsin anlatımıyla biraz durmak gerekiyor.

Dühring’in icadı olan ve evrensel bir adalet ilkesi" üzerine kurulu, yani cansıkıcı somut olguları dikkate hiç almayan ”toplumun doğal sistemi”, aralarında "gelip-gitme özgürlüğü ve yeni üyeleri belirli yönetsel yasa ve kurallara göre kabul etme zorunluluğu" bulunan bir ekonomk komünler federasyonundan bileşir.

Ekonomik komünün kendisi de, her şeyden önce "tarihsel önemde geniş bir şema"dır ve örneğin Marx diye birinin "sapıtık yarı-önlemler"ini çok geride bırakır.

Bu komün, "bir toprak bölgesine ve bir grup üretim kurumuna sahip olma kamusal hakları ile ortaklaşa çalışmak ve ürüne ortaklaşa katılmak zorunda olan bir kişiler topluluğu" anlamına gelir.

Kamu hakkı, "üretim kurumları ve doğa ile saf bir kamu hukuku ilişkisi anlamında... Nesne üzerinde bir hak"tır. Geleceğin ekonomik komün hukukçuları, bunun ne demek olduğunu anlamak için istedikleri denli kafa patlatsınlar, biz bu işten tamamen vazgeçiyoruz.


Yalnızca bunun, "işçi birliklerinin" ne karşılıklı rekabeti, hatta ne de ücretlilik yolu ile sömürüyü dıştalayan "kooperatif mülkiyeti" ile hiç de aynı şey olmadığını öğreniyoruz.

Ve söz arasında, Marx'ta da görüldüğü biçimde, bir "ortak mülkiyet" fikrinin, "gelecekle ilgili bu fikir, işçi gruplarının kooperatif mülkiyetinden başka bir anlama gelmez gibi göründüğüne göre, en azından karanlık ve sakıncalı" olduğu yumurtlanıyor.

İşte Bay Dühring'de bol bol görülen ve "bayağı niteliği [kendisinin de dediği gibi] gerçekten akla yalnızca bayağı soysuzluk sözcüğünü getiren" bir fikri sinsice aşılamanın o "bayağı küçük yöntemleri"nden biri daha.

İşte Bay Dühring'in, Marx'ta ortak mülkiyetin, "aynı zamanda hem bireysel, hem de toplumsal bir mülkiyet" olduğu yolundaki o öteki türetimi kadar temelden yoksun bir gerçeğe aykırılığı daha.

Bir şey her durumda açık: Bir ekonomik komünün kendi çalışma araçları üzerindeki kamu hakkı, en azından bütün öteki ekonomik komünler karşısında ve toplum ve devlet karşısında da, dar bir mülkiyet hakkıdır.

Ama bu hak, "dışa karşı... Bir ayrılma akımı olarak davranma" gücüne sahip olmamalıdır, "çünkü çeşitli ekonomik komünler arasında gelip-gitme özgürlüğü ve yeni üyeleri belirli yönetsel yasa ve kurallara göre kabul etme zorunluluğu vardır. ... Tıpkı... Bugün siyasal bir kuruluşa üyelik ve komünün ekonomik yeteneklerine katılma gibi".

Demek ki, zengin ve yoksul ekonomik komünler olacak ve denge, nüfusun zengin komünlere akını ve yoksul komünleri bırakması ile kurulacak. Öyleyse Bay Dühring, her ne denli ürünlerin çeşitli komünler arasındaki rekabetini ulusal ticaret örgütü aracıyla ortadan kaldırmak isterse de, üreticilerin rekabetinin devam etmesine hiç ses çıkarmaz. Nesneler rekabetten kurtarılır, insanlar ona bağlı kalır.

Bununla birlikte, henüz "kamu hukuku" üzerinde açık fikirlere sahip olmaktan uzak bulunuyoruz.

İki sayfa ötede Bay Dühring bize, ekonomik komünün "önce uyrukları bir tek hukuksal özne durumunda toplanan ve bu nitelikle bütün toprağı, konutları ve üretim kurumlarını istediği gibi kullanan tüm siyasal-toplumsal alan üzerine" yayıldığını bildirir.

Buna göre, istediği gibi kullanan, tek başına alınan komün değil, ama tüm ulustur.

Öyleyse "kamu hukuku", "nesne üzerindeki hak", "doğa ile kamu hukuku ilişkisi" vb. yalnızca "en azından karanlık ve sakıncalı" değil, kendi kendisi ile doğrudan doğruya çelişki içindedir de.

Gerçekte bu hak, hiç değilse her ekonomik komünün aynı zamanda hukuksal özne olması ölçüsünde, "aynı zamanda hem bireysel, hem de toplumsal bir mülkiyet"tir ve bu "ne idüğü belirsiz melez"e de, yeniden, ancak Bay Dühring'in ta kendisinde rastlanır!

Her durumda ekonomik komün, kendi çalışma araçlarını, üretim erekleri ile istediği gibi kullanır.

Peki, bu üretim nasıl yapılır?

Bu konuda Bay Dühring'den bütün öğrendiklerimize göre, komünün kapitalistin yerini alması bir yana, tamamen eski usulde.

Olsa olsa, tarihte ilk kez olarak her bireyin mesleğini seçme özgürlüğüne sahip bulunduğunu, oysa çalışma zorunluluğunun herkes için eşit olduğunu öğreniyoruz.

Her türlü üretimin geçmişteki temel biçimi, bir yandan toplum içindeki, öte yandan her üretim kurumu içindeki işbölümüdür.

Peki, Dühringvari "sosyalite", işbölümü karşısında nasıl davranır?

İlk büyük toplumsal işbölümü, kent ile kırın ayrılmasıdır.

Bay Dühring'e göre, bu karşıtlık, "şeyin doğası gereği, kaçınılmaz" bir şeydir. Ama "öte yandan tarım ile sanayi arasındaki uçurumu, doldurulması olanaksız bir şey olarak düşünmek de tehlikelidir. Gerçekte birinden ötekine geçişte, gelecekte daha da artacağını gösteren belli bir süreklilik derecesi vardır."

Daha şimdiden iki sanayi, tarıma ve kırsal alana kaymıştır:

"Önce damıtma işleri, sonra da şekerpancarının işlenmesi... Alkol üretiminin yeterince değerlendirilemeyen bir önemi vardır; eğer bazı buluşlar sonucu, yeterince geniş bir sanayi çevresinin, kırdaki işletme yerleşimini ve bu çevrenin hammadde üretimi ile dolaysız bağlanımını düzenleyecek bir biçim alması olanaklı olursa, kent ile kır arasındaki karşıtlık azalır ve uygarlığın gelişmesi için, en geniş temel kazanılmiş olur.

Bununla birlikte, benzer bir perspektif, bir başka biçimde de açılabilirdi. Teknik zorunluluklar dışında, toplumsal gereksinmeler gitgide daha büyük bir önem kazanırlar ve eğer bu sonuncular, insan etkinliklerinin kümelendirilmesi bakımından kararlaştırıcı bir duruma gelirlerse, kır uğraşları ile teknik dönüşüm çalışması işlemleri arasında sıkı ve yöntemli bir ilişki kurulmasından doğacak üstünlükleri savsaklamak artık olanaklı olmayacaktır."

Oysa ekonomik komünde önemli olan, toplumsal gereksinmelerin ta kendisidir: Ekonomik komün, acaba tarım ile sanayi arasındaki birleşmenin yukarda sözü edilen üstünlüklerini kendine tamamen mal etmekte ivedilik gösterecek mi?

Bay Dühring, ekonomik komünün bu sorun ile ilgili konumu üzerindeki "en doğru görüşler"ini, o çok sevdiği genişlik ile bize hemen iletmekte kusur edecek mi?

Buna inanacak okur çok aldanır.

Yukarda sözü edilen karmakarışık yavan beylik düşünceler, Prusya töresine göre rakı damıtımı ile pancar şekeri sanayisi arasında boş yere dönüp duran o beylik düşünceler, kent ile kır arasında şimdiki ve gelecekteki karşıtlık konusunda Bay Dühring'in bize bütün söyleyip söyleyebileceği işte budur.
Ayrıntıdaki iş bölümüne geçelim. Burada Bay Dühring, biraz "daha doğru"dur.

"Kendini tamamen bir tek etkinlik türüne vermesi gereken bir kişi"den söz eder.


Yeni bir üretim kolunun yaratılması söz konusu olduğu zaman tek sorun, kendilerini belli bir maddenin üretimine vermeleri gereken belli bir sayıdaki kişinin, kendileri için zorunlu olan tüketim [!] ile birlikte, deyim yerindeyse yaratılabilip yaratılamayacağını bilmektir.


Sosyalitede üretimin şu ya da bu kolu "çok nüfus istemeyecektir".


Ve hatta sosyalitede, "insanların birbirinden yaşama biçimleri ile ayrıldıkları ekonomik çeşitlilikleri" bile var.

Böylece üretim alanı içinde, her şey eskiden nasılsa aşağı yukarı gene öyle kalır.

Gerçi geçmiş toplumda "düzmece bir işbölümü" egemendir; ama bu düzmece işbölümü nedir ve ekonomik komünde onun yerine ne geçecektir?

Bunun üzerine öğrendiğimiz tek şey şu: "İşbölümünün kendisi tarafından ortaya konan sorunlara gelince, yukarda bu sorunların, çeşitli doğal uygunluklar ve kişisel yetenekler ile ilgili olgular hesaba katıldığı andan başlayarak çözülmüş olarak kabul edilebileceklerini söylemiş bulunuyoruz."

Yeteneklerin yanı sıra, kişisel eğilime de bakılır: "Daha çok yetenek ve daha çok eğitim gerektiren etkinliklere yükselmenin çekiciliği, yalnızca ve yalnızca söz konusu uğraşa karşı duyulan eğilime ve bir başka şey değil, tam da bu şeyi uygulama [bir şeyi uygulama!] sevincine dayanır."

Böylece sosyalitede yarışma özendirilecek ve "üretimin kendisi çekicilik kazanacak ve bu üretimi yalnızca kazanç aracı olarak gören gevşek üretim uygulaması, artık işler üzerine damgasını vurmayacaktır".

Üretimin doğal bir gelişme izlediği her toplumda, bugünkü toplum bu durumdadır, üretim araçlarını egemenlikleri altına alanlar, üreticiler değil, ama üreticileri egemenlikleri altına alanlar üretim araçlarıdır.

Böyle bir toplumda, her yeni üretim kaldıracı, zorunlu olarak, üreticileri üretim araçlarına yeni bir köleleştirme aracı durumuna dönüşür.

Bu, özellikle, büyük sanayi döneminden önce, hepsinden en güçlü olan üretim kaldıracı için: işbölümü için böyledir.

İlk büyük işbölümünün kendisi, kent ile kırın ayrılması, kırsal nüfusu binlerce yıllık bir kafa körlüğüne ve kentlileri de, her birini kendi bireysel zanaatının kulluğuna mahkûm etti. Bu işbölümü, birilerinin entelektüel gelişme ve ötekilerin fizik gelişme temellerini yıktı.

Eğer köylü toprağı ve kentli zanaatını kendine mal ederse, toprak köylüyü ve zanaat da kentliyi, bir o denli kendine mal eder.

İşi bölerek, insan da bölünür. Bir tek etkinliğin yetkinleşmesi, bütün öteki fizik ve entelektüel yeteneklerin kurban edilmesi sonucunu verir. İnsanın bu solup sararması, en yüksek gelişmesine manüfaktürde erişen işbölümü arttığı ölçüde artar.

Manüfaktür, zanaatı, tekil parçasal işlemlerine ayrıştırır ve bu işlemlerden her birini, ömür boyu mesleği olarak tekil bir işçiye verir; böylece onu bütün yaşamı boyunca belirli bir parçasal göreve ve belirli bir alete zincirler.

Büyük sanayi, bize, az çok her yerde üretilebilecek moleküler hareketin, teknik erekli yığın hareketi durumuna dönüştürmeyi öğreterek, sınaî üretimi yerel engellerden çok büyük bir ölçüde kurtarmıştır. Su gücü yerel güç idi, buhar gücü özgür güçtür. Su gücü her ne denli zorunlu olarak kırsal bir güç ise de, buhar gücü bundan ötürü zorunlu olarak hiçbir biçimde kentsel bir güç değildir.

Onu ağır basan bir biçimde kentlerde toplayan ve fabrika köylerini fabrika kentleri durumuna dönüştüren şey, kapitalist uygulamadır. Ama bu yoldan, o, aynı zamanda kendi öz kullanılma koşullarını kemirir. Buhar makinesinin ilk gerekirliği ve büyük sanayinin hemen tüm işletme kollarının baş gerekirliği, bir dereceye değin temiz bir sudur. Ne var ki, fabrikalar, kenti, her türlü suyu lağım suyu durumuna dönüştürür. Kentsel toplanma, kapitalist üretimin temel bir koşulu olmasına karşın, gene de tek başına alınmış her kapitalist, kırsal bir işletme kurmak için bu toplanmanın zorunlulukla yarattığı büyük kentlerden kaçmaya yönelir.

Bu süreç, Lancashire ve Yorkshire tekstil sanayisi bölgelerinde ayrıntılı bir biçimde irdelenebilir; büyük kapitalist sanayi, arası kesilmeksizin kentten kıra doğru kaçarak, bu bölgelerde durmadan yeni büyük kentler yaratır. Kısmen farklı nedenlerin aynı sonuçları yarattığı maden sanayisi bölgelerinde de durum böyledir.

Yeniden, modern sanayinin içine düştüğü bu yeni kısır döngüyü, durmadan kendisine döndüğü bu çelişkiyi yok etmeye, yalnızca onun kapitalist niteliğinin ortadan kaldırılması yeteneklidir.

Sanayinin tüm ülkede, kendi öz gelişmesi ve üretimin öteki öğelerinin korunma ve gelişmesine en uygun bir dağılım ile kurulmasını, yalnızca kendi üretici güçlerini tek bir planın görkemli çizgilerine göre uyumlu bir biçim de birbirine kenetleyen bir toplum sağlayabilir.

Demek ki kent ile kır arasındaki karşıtlığın ortadan kaldırılması, yalnızca olanaklı olmakla kalmaz. Sınaî üretimin dolaysız bir zorunluğu durumuna gelir, aynı biçimde tarımsal üretimin ve üstüne üstlük halk sağlığının da bir zorunluluğu durumuna gelmesi gibi. Havanın, suyun ve toprağın bugünkü kirlenmesi, ancak ve ancak kent ile köyün kaynaşmasıyla ortadan kaldırılabilir; bugün kentlerde mum gibi eriyen yığınları, pisliklerinin hastalıklar yerine bitkiler üretilmesine yarayacağı noktaya, ancak bu kaynaşma götürebilir.

Kapitalist sanayi daha şimdiden, hammaddelerinin üretim yerlerinin oluşturduğu yerel engellerden bir dereceye değin bağımsız bir duruma gelmiş bulunmaktadır.

Tekstil sanayisi, büyük bölümü bakımından dışarıdan getirilmiş hammaddeler üzeride çalışır. İspanyol demir maden filizleri İngiltere ve Almanya'da, İspanya ve Güney Amerika bakır maden filizleri İngiltere'de işlenir. Her kömür havzası, yıldan yıla, bu havzanın sınırları dışında büyüyen bir sanayi çevresine yakıt sağlar. Bütün Avrupa karasında buhar makineleri, İngiliz, bazen de Alman ve Belçika kömürü ile çalıştırılır.

Kapitalist üretimin engellerinden kurtulmuş toplum, çok daha ileriye gidebilir. Bu toplum, tüm sınaî üretimin bilimsel temellerini kavrayacak ve her biri, bütün bir üretim kolları dizisi pratiğinde bir uçtan ötekine baştanbaşa dolaşacak bir üreticiler soyu yetiştirerek, uzak yerlerden getirtilen hammadde ya da yakıt taşıma çalışmasını bol bol ödünleyen yeni bir üretici güç yaratacaktır.

Demek ki, kent ve kır ayrılığının ortadan kalkması, hatta büyük sanayinin ülke içinde olanaklı olduğunca eşit bir biçimde dağılmasını şart koşan bir olay olarak bile, bir ütopya değildir.

Kuşkusuz uygarlık bize, büyük kentler ile ortadan kaldırılması için çok zaman ve çok çaba gerekecek bir kalıt bırakmıştır. Ama bu uzun süreli bir süreç de olsa, o büyük kentleri ortadan kaldırmak gerekecektir ve o büyük kentler de ortadan kalkacaklardır.

Ve şimdi de Bay Dühring'in, eski üretim türünü tepeden tırnağa altüst etmeksizin ve özellikle eski işbölümünü ortadan kaldırmaksızın, toplumun tüm üretim araçlarına elkoyabilecegi ve yalnızca "doğal uygunluklar ve kişisel yetenekler hesaba katıldığı" andan başlayarak her şeyin yoluna gireceği yolundaki çocukça düşüncesi göz önüne getirilsin ; "doğal uygunlukların ve kişisel yeteneklerin hesaba katılması", büyük insan yığınlarının, önce olduğu gibi, sonra da bir tek maddenin üretimine bağlanmasını, büyük "nüfuslar"ın bir tek üretim kolu tarafından istenmesini ve insanlığın, önce olduğu gibi, sonra da, tıpkı şimdi "niteliksiz işçiler" ile "mimarlar"ın olması gibi, belli bir sayıda türlü biçimde sakatlanmış "ekonomik çeşitlilikler" durumunda bölünmesini engellemez.

Demek toplumun tüm üretim araçlarına egemen olması gerekiyorsa, her bireyin kendi üretim aracının kölesi olarak kalması ve yalnızca bu üretim aracının hangisi olacağını seçme hakkına sahip olması için gerekiyor!

Bunun gibi, Bay Dühring'in kent ve kır ayrılığını nasıl "işlerin doğası gereği kaçınılmaz" bir şey saydığı ve buna karşı bula bula, bir araya gelmesi bakımından tamamen Prusyalı bir nitelik taşıyan, damıtma ve pancar şekeri üretimi kollarında, nasıl küçücük bir geçişi çare bulabildiği de göz önüne getirilsin; Bay Dühring, sanayinin ülke içindeki dağılımını, işletmeyi doğrudan doğruya hammadde çıkarımıyla, daha şimdiden çıkarıldıkları yerlerden gitgide daha uzak yerlerde tüketilen hammaddelerin çıkarımıyla pekiştirme zorunluluğu üzerine, geleceğin bilmem hangi bulgularına bağlar!

Ve en sonunda da, toplumsal gereksinmeleri, tarım ve sanayi birliğini, sanki bu işte yapılacak ekonomik bir özveri varmış gibi, hatta ekonomik kaygılara karşı bile en sonunda zorla kabul ettirecekleri güvencesini vererek, gerisinin güvenliğini sağlamaya çalışır!

Kuşkusuz, eski işbölümünü olduğu gibi, kent ve kır ayrılığını da ortadan kaldıracak ve üretimin tümünü altüst edecek devrimci öğelerin, modern büyük sanayi üretimi koşulları içinde daha şimdiden tohum durumunda içerildiklerini ve onların gelişmesini engelleyen şeyin, bugünkü kapitalist üretim biçimi olduğunu görmek için, schnaps [Prusya rakısı] ve pancar şekerinin en önemli sınaî ürünler oldukları ve ticari bunalımların kitap pazarında irdelenebildiği bir ülke olan Prusya'nın töresel yargılama çevresinden biraz daha geniş bir ufka sahip olmak gerek.

Bunun için, gerçek büyük sanayiyi, tarihi ve bugünkü gerçekliği içinde, özellikle kendi yurdu olan ve klasik yetkinliğine erişmiş bulunduğu biricik ülkede tanımak gerek ve o zaman modern bilimsel sosyalizmin sulandırılması ve Bay Dühring'in özgül Prusya sosyalizmi düzeyine düşürülmesi de düşünülmeyecektir.

Bütün bunlar bizi, Dühringvari iktisadın vardığı şu teze götürür: Kapitalist üretim biçimi tamamen iyidir ve varlığını sürdürebilir, ama kapitalist bölüşüm biçimi metelik etmez ve ortadan kalkması gerekir.

Bundan sonrasında, Dühring'in "sosyalite"sinin, bu tezin düşsel uygulamasından başka bir şey olmadığını göstererek açıklık tamamlanacaktır!

Üretim, kuşkusuz elle tutulur gerçekliklerin söz konusu olduğu, "ussal imgeleme yetisi"nin özgür ruhunun atılışına, ancak az bir yer verebildiği bir alandır: Kendini gülünç etme tehlikesi çok yakındır! Buna karşılık, Bay Dühring'in görüşlerine göre, üretim ile hiçbir ilişkisi olmayan, ona göre üretim tarafından değil, ama arı bir istenç eylemi tarafından belirlenen bölüşüm, onun "toplumsal ilmi simya"sının öz alanıdır.

Ekonomik komünde ve birçok ekonomik komün içeren ticari komünde örgütlenmiş eşit üretim görevine karşılık eşit tüketim hakkı var. Burada "emek... Eşit değerlendirme ilkesine göre bir başka emek ile değişilir.

[Ve] insan güçlerinin [bu] eşitlenişini [uygulama bakımından], bu güçlerin az ya da çok üretmiş ya da raslantısal olarak hiç bir şey üretmemiş olması o denli önemli değildir"; çünkü zaman ve güç istemeleri ölçüsünde, öyleyse tüymek ve gezinti yapmak dahil her türlü iş, çalışma edimi olarak kabul edilebilir.

Ama bütün üretim araçlarına, öyleyse bütün ürünlere de sahip olan topluluk olduğuna göre, bu değişim bireyler arasında olmaz: Bir yandan, her ekonomik komün ve onun üyeleri arasında, öte yandan çeşitli ekonomik ve ticari komünlerin kendileri arasında olur.

"Özellikle çeşitli ekonomik komünler, kendi öz çerçeveleri içinde, perakende ticaretin yerine tamamen planlı bir sürümü geçireceklerdir."

Ekonomik komün, toplumsal ürünlerin ilk sahiplenicisi olarak, bu değişim ereğiyle, ortalama üretim giderlerine göre, "her madde çeşidi için bir birim fiyatı" saptamalıdır.

Ama öte yandan komün, herkese emeğinin karşı-edimi olarak, herkes için eşit olacak günlük, haftalık ya da aylık bir para tutarı vererek, bireyleri üretilen maddeleri kendisinden satın alma durumuna getirme zorunda da kalacaktır.

"Öyleyse, sosyalite bakımından, ücret ortadan kalkar ya da zorunlu olarak ekonomik gelirlerin tek biçimi durumuna gelir demek arasında bir fark yoktur."
Oysa eşit ücretler ile eşit fiyatlar "tüketimin, nitel değilse de, nicel eşitliği"ni meydana getirirler ve böylece de "'evrensel adalet ilkesi" ekonomik bakımdan gerçekleşmiş olur.

Geleceğin bu ücretinin düzeyinin belirlenmesi üzerine Bay Dühring, bize, burada, yalnızca bütün öteki durumlarda olduğu gibi, "eşit emeğe karşı eşit emek" verildiğini söyler.

Buna göre altı saatlik bir emek için, kendinde altı saatlik emeği cisimleştiren bir para tutarının ödenmesi gerekecektir.

Böylece kapitalist üretim biçimi, kesinlikle ortadan kaldırılmış ve komün uygun biçimde kurulmuştur!

Artık, ekonomik komünün nasıl işlediğine bakabiliriz!

Öyleyse, bütün varsayımları ile tastamam gerçekleşerek kurulduğunu varsaydığımız ekonomik komünün, üyelerinden her birine, altı saatlik bir günlük emek için, içinde gene altı saatlik emeğin cisimleştiği bir para tutarı, diyelim on iki mark ödediğini varsayarak başlıyoruz.

Ayrıca fiyatların değerlere tastamam eşit olduklarını, yani varsayımımız içinde yalnızca hammadde giderlerini, makinelerin aşınmasını, çalışma araçları tüketimini ve ödenen ücreti kapsadıklarını kabul edelim. Çalışan yüz üyesi bulunan bir ekonomik komün, o zaman her gün 1.200 mark, 300 işgünlük bir yıl içinde de 360.000 mark değerinde meta üretir ve bu tutarı, her biri 12 marklık günlük ya da 3.600 marklık yıllık payı ile istediğini yapan üyelerine öder. Yılsonunda ya da yüz yıl sonra, komün başlangıçta olduğundan daha zengin değildir.

Birikim, büsbütün unutulmuştur. Daha da kötüsü: Birikim toplumsal bir zorunluluk olduğu ve para saklama olgusunda da elverişli birikim biçimi bulunduğu için, ekonomik komün örgütü kendi üyelerini doğrudan doğruya özel birikime ve sonuç olarak kendi öz yıkımına çağırır.

Peki, ekonomik komünün özlüğündeki bu parçalanmadan nasıl kaçınmalı?

Komün, sevgili "vergileme"ye, fiyat yükseltmeye başvurabilir ve yıllık üretimini 360.000 mark yerine 480.000 marka satabilir. Ama bütün öteki ekonomik komünler de aynı durum içinde bulundukları ve buna göre aynı şeyi yapmak zorunda kalacakları için, her biri öteki ile değişimde cebine attığı kadar "vergileme" ödeyecek ve bunun sonucu "haraç", yalnızca kendi öz üyelerinin sırtına yüklenmiş olacaktır.

Ya da komün bu sorunu, her üyeye altı saatlik emek için altı saatlikten az bir emeğin, diyelim dört saatlik emeğin ürününü ödeyerek, yani ona günde oniki mark yerine sekiz mark vererek, ama meta fiyatlarını eski düzeyde bırakarak, bir anda çözer. Bu durumda, daha önce üstü kapalı bir biçimde ve dolambaçlı bir yoldan yapmaya giriştiği şeyi, açıkça ve doğudan doğruya yapar:

Üyelerine, tamamen kapitalist bir biçimde, üretimleri değerinin altında ödeyerek ve üstelik onların ancak kendinden satın alabilecekleri metaları tam değerleri üzerinden hesaplayarak, yıllık 120.000 mark tutarında Marksist artı-değeri oluşturur. Demek ki, ekonomik komün, bir yedeklik fonunu, ancak kendini en geniş komünist temel üzerinde "yetkinleşmiş" truck-system olarak açığa vurarak oluşturabilir.

Öyleyse, iki şeyden biri: Ya ekonomik komün "eşit emeğe karşı eşit emek" verir ve bu durumda, üretimin sürdürülmesi ve genişletilmesi için bir fonu o değil, ancak özel kişiler biriktirebilir. Ya da bu fonu o oluşturur; ama bu durumda artık "eşit emeğe karşı eşit emek" vermez.

En son açıklığa böylece ulaşmış bulunuyoruz ki burası en başa döndüğümüzün resmini veriyor!

Yani, en basit tanımı ile Öcalan ve tilmizlerinin bütün melanetlerin kaynağı olarak resmettiği “kapitalist modernite”yi veriyor!

Ama Kürt ”komünarlar”, Paris Komününün ruhundan söz edip, ilkel köy topluluklarının ruhu önünde spirütüel ayinler yapmaktan vazgeçmiyorlar!
Peki, KCK’nin kimi yöneticilerinin ve Afrin Özerk Kantonu Ekonomi ve Ticaret Komitesi Başkanı yapılan Prof Dr. Ahmet Yusuf, Öcalan en başta ki sayfalar dolusu yazmış, kafamıza kaktıkları “toplumsal ekonomik komün” modelinde bir dirhem açıklık var mı?

Bize göre elbette yok ve tam tersine tam da Dühringvari saçmalıklar var!

Ama bir yiğit çıkıp da “var” diyerek, bu açıklığı bize anlatırsa, dinlemezlik de, okumazlık da yapmayız ve açıklık sağlanmış olursa da mızıkçılık yapıp, işi yokuşa sürmeyiz!

Ancak hepimizin gözünün önünde cereyan edenin, harfi harfine değil elbet ama tamı tamına bir Dühringvari saçmalıkların çizdiği fasit dairenin çıkarttığı can sıkıcı bir tını olduğu apaçık görülüyor ve dolayısıyla beklediğimiz açıklığı hiç tereddütsüz ve ikircimsiz, çatallı ifadelere başvurmadan, açıklığın etrafında tur atarak başını döndürmeden anlatacak bir yiğit de her halde ortaya çıkmayacaktır!


Fikret Uzun


21 Nisan 2014

13 Nisan 2014 Pazar

SOVYET SOSYALİZMİ NEDEN NASIL ÇÖKMÜŞ

SOVYET SOSYALİZMİ NEDEN NASIL ÇÖKMÜŞ
Neden bu kadar heyecanlanılmış anlamak zor; vekiller, Sovyet sosyalizmini çökertti diye değil, Birliğin dağılmasına izin verdiği için veya politikalarının buna yol açması nedeniyle böyle bir çıkış yapmışlar ki, konjonktüre uygundur; Rusya Federasyonu bir birliktir ve şu an için, bu dağılan cumhuriyetlerin, ABD-AB yörüngesinde olmasındansa, bu federasyon etrafında birleşmesi son derece önemlidir!

Diğer yandan, Sovyet sosyalizmi neden-nasıl çökmüş, kim çökertmiş, Stalin’e mi fatura edilmeli, yeni insan yaratılamadığı için mi, yoksa değer yasası ile mi ilgili, proletarya diktatörlüğü ile mi bağlı, küçük işletmelere aşırı serbestlik verilmesi mi, revizyonist-bürokratik bir mesele mi, yoksa tümüyle nesnel nedenlerle mi, yani ekonomik yapıya mı dayanmaktadır ( ekonomik sorun veya krizden söz etmiyorum) bunlara yönelik, özellikle anti-Stalinist çıkışlara karşı çeşitli tartışmalara gönderdiğim mektuplar emin olun, elbette eksikleri vardır ama oldukça öğretici ve bu konuda açılacak her hangi bir tartışmayı kolaylaştırıcı bir zemin olacaktır!

Bu mektupların Forum sayfalarından bulunup çıkarılması zor değildir!

Ayarıca kimileri ve hâlâ ve burada da Gorbaçov'u peygamber görüyor olabilir, ya da yanlış politikalar üreten bir politikacı olarak görüyor olabilir ama Gorbaçov'un, son derece sinsi bir biçimde Sovyet sosyalizminin yıkılışına son darbeyi vuran adam olduğunu düşünmek haksızlık olmaz; öte yandan, Gorbaçov uzun zamandır, "Komünizmden hep nefret ettim" sözünü, özellikle de Batı'ya ve daha çok ABD'ye gittiğinde, önüne uzatılan her mikrofona dillendirmektedir!

Ancak, Sovyet sosyalizminin yıkılışı, öyle bir hainin, hatta birkaç hainin marifeti ile mümkün olduğunu düşünmek diyalektik bir yana, mantıklı hiç kimsenin işi değildir; bu Dühring’in zor birinci etmen, ekonomi ise ona bağlı ikinci etmendir yaklaşımına bağlı kalmak olur ki, bu gün daha akla yatkın olan, SBKP'nin komünistlerinin de, Sovyet düzeni yıkılırken, pek fazla öne çıkmamış olmakla, bu yaklaşıma bağlı olmadıklarını gösterdikelerini ve bu çerçevede yeraltına geçtiklerini düşünmek de fazla hayalci veya iddalı sayılmamalıdır!

Şu sıra Forumda heyecanlı ama dar bir tartışma sürüyor; bu konu ile çok ilgili Sovyetler Birliğinde sosyalizm kuruluşunun ilk dönemlerinde burjuva iktisadı işletiliyordu ve bu uzun sürmüştür; iktisat bir bilimdir ve burjuvazinin iktidar bilimidir; dolayısıyla değer-yasası da yönetici ilkesidir; Marx ve Engels, sosyalizmde değer yasasının işleyeceğini önceden görüyorlar; gerçekten de ilk sosyalist iktidarda değer yasası varlığını çok acı bir şekilde belli ediyor; ancak Marx ve Engels, sosyalizmde değer yasasının etkinliğini giderek artıracağını söylemiyorlardı. Birinci aşamada değer yasasının etkinliğini artırmak, değer yasasına daha etkin bir yer vermek, ikinci aşamaya geçişin kapılarını kapatmak demek oluyor, işte püf noktası, ne Marxizmin ve Leninizmin yetersizliğidir, ne Stalin’in "diktatörlüğüdür" ne de Gorbaçov'un hainliğidir; püf noktasını ekonomik yasalarda ve ideolojinin vulgarlaştırılmasında ve bu ikisine bağlı zaaflarda aramak gerekiyor.

Bu yönde, yani Sovyet sosyalizminin yıkılışının nedenleri veya yıkılışın bıraktığı dersler konusunda açılacak bir tartışma oldukça yararlı ve oldukça güncel olacaktır; bu tartışmayı açacak bir yiğit devrimcinin ortaya çıkması fena olmazdı doğrusu.

Hem bu vesile ile Stalin konusu da biraz daha gün ışığına çıkar ve Stalin döneminin bir Stalinist kaprisler dönemi mi yoksa Stalin’in devraldığı mirası en tam ifadesiyle ilerletmek için bilinçli bir çaba içinde olduğu bir dönem mi idi netleşebilir!

Örnek olsun belki fanatik Stalinistlerin bile çoğu, Stalin'in sosyalizmin kuruluşu çalışmalarında neyin yanlış neyin doğru olduğunu bildiğini ve neyin pratiğin zorlaması olduğunu, neye karşı nasıl teori ve politika üreteceği konusunda Stalin’in son derece net ve donanımlı olduğunu en tam ifadesiyle gönülden belki ama akıldan kabul ettiklerini sanmıyorum.

Mesela bu değer-yasası konusu aslında Stalin’in üzerinde titizlikle durduğu bir konudur ve bu konu son yazılarında önemli yer tutmaktadır!

Stalin, birçok ifadesi yanında, şöyle yazar; ”Değer ve değer yasası, meta üretiminin varlığına bağlı bulunan tarihsel bir kategoridir. Meta üretiminin yok olması ile değer ve değer yasası da bütün biçimleriyle yok olacaklardır.”

Stalin, ”ekonomik sorunlar” çalışmasının açtığı tartışma sırasında, Sanina ve Venger’e verdiği cevapta, ”bu yoldaşların öze değin yanılgıları, sosyalist rejimde meta dolaşımının rolünün önemini anlamamış olmalarındadır; meta dolaşımının, sosyalizmden komünizme geçiş amacı ile uzlaşmadığını anlamıyorlar. Herhalde, meta dolaşımı rejiminde bile sosyalizmden komünizme geçilebileceği, meta dolaşımının, bu durumda, bir engel olmayacağı kanısındadırlar. Bu, Marxizmi eksik olarak kavramaktan doğan bir büyük yanılgıdır.”
Bu ifadeler, Stalin’in de, değer yasasının etkinliğini artırmanın, sosyalizmi geliştirmeye engel olduğunun bilincinde olduğunu gösteriyor.

1-Meta üretimi ve dolayısıyla dolaşımın etkisi daraltılacak. Değer yasasının alanı daha da daraltılacak ve giderek alansız kalacak. Bunlar nesnel işler. Ancak nesnel işler bütün işler demek değil. Eksik kalır.
2- Bilim adamları, iktisatçılar, aydınlar, bu yeni pratiğe uygun geliştirmeleri yapmak durumundadırlar. Artık sosyalizm reeldir. Bir pratik zenginliğidir. Bu durumda artık kullanılacak kavramların tümü Marx’ın kavramları olamaz. Yenilerini eklemek gerek.
Stalin şöyle yazıyor;” Marx, işçi sınıfının sömürülmesinin kaynağını, artı-değeri saptamak için ve üretim araçlarından yoksun olan işçi sınıfına kapitalizmi devirmesi için manevi bir silah sağlamak üzere kapitalizmi tahlil etmiştir. Marx’ın burada tamamen kapitalist ilişkilere uygun gelen kavramlar kullandığı anlaşılır. Ancak, işçi sınıfının, iktidardan ve üretim araçlarından yoksun olması şöyle kalsın, iktidarı elinde bulundurduğu ve üretim araçlarına sahip olduğu günümüzde, bu kavramları kullanmak gariplikten de fazla olur.”
Peki, öyleyse ne olacak? diye sorarak kendisi cevaplayan Stalin, şunu da ekliyor:
“Bence iktisatçılarımız, eski kavramların yerlerine, yeni duruma uygun yeni kavramlar koyarak, eski kavramlarla sosyalist ülkemizin yeni durumu arasındaki uyumsuzluğa son vermelidirler.” Stalin böyle yazıyor ve şöyle devam ediyor; ”bu uyumsuzluğa bir süre için göz yumabildik. Ancak bu yanlışa artık son verilmesi gereken saat gelmiştir.”
Böylece, değer yasasının bir süre için, sosyalizm kuruluşunun ilk dönemlerinde işletilmesine göz yummanın bir nesnel zorunluluk olduğunu ama ilerleyen ve komünizme geçiş aşamasına yaklaşılan döneminde değer yasasının işletilmesinin, bu geçişin önündeki en büyük engel olduğunu Stalin’nin apaçık gördüğünü ve görülmesi için uyardığını, önlem alınmasının gerektiğine işaret ettiğini görüyoruz; bu, Anti-Stalinist hummanın canını sıkacak ama Stalin imajı açısından, en önemli noktaların başında geliyor!
Saygı ve sevgi ile
Fikret Uzun
12 Nisan 2014