27 Ocak 2014 Pazartesi

HER YERDE GLADYO ARARKEN FETULLAH ÖRGÜTÜNÜ GÖRMEMEK KÖRLÜKTÜR




HER YERDE GLADYO ARARKEN FETULLAH ÖRGÜTÜNÜ GÖRMEMEK KÖRLÜKTÜR
İşte gördün mü hâlâ sıkılmadan “Ergenekon ”diyorsun !
Hep söylerim, önce akıl gerek, sonra o aklı korumak gerek, yani birilerine teslim edip, o birilerinin aklı ile yürümemek gerek.
Başkalarına ait, yani sola ait olmayan, sola yabancı olan düşünceleri temcit pilavı gibi öne çıkarmamak gerek. Ek olarak bilgi gerek ve akıl taşıyorsan o aklın içine bilgi doldurmak gerek ve ikisiyle birlikte bakmak, baktığın yerde gördüklerinden fikir üretmek gerek.
Yalancısın da, ben, Hrant için "lobilerin, AB nin fonlarından aldığı paraları almak için banka şubeleri arasında koşuştururken" öldürüldü şeklinde bir ifade kullanmadım!
Bunu daha önce de yaptın; "HRANT DİNK kirli ilişkilerin içindeydi, Etyen le beraber derin ilişkiler peşindeydi" dediğimi uydurdun.
O zaman da söylemiştim, ifadelerin tam bir kara mizah. Sen ya hiçbir şey okumuyorsun, ya da sadece bu çerçevede konuşmak için üzerine vazife çıkarıyorsun yahut da zülfiyarene dokunduğum için, tırnağına diken batmış gibi bağırıyorsun!
Diğer zırva yakıştırmalarına ise gülüp geçiyorum.
Ama iyi ki açtın konuyu ve sıkılmadan hâlâ Dink’in “arkadaşları”maskesiyle maskaralık yapıyorsunuz ki dün de sıkılmadan her kötülüğü olduğu gibi, Hrant’ın cinayetini de Ergenekonun suç çuvalına yıktınız ve “Hrant Dink in acisini dindiremeyenler olarak, Ergenekon dan davaciyiz!” diye basın açıklamaları yaptınız. Madem “ergenekoncular” yaptı, altı yıl geçti, ergenekoncular zindana atıldı ve zindana atanlar birbirine girdi ama hâlâ Hrant’ın cinayetini azmettirenler, tertipleyenler bulunamadı, dün de işaret edildi, bu gün de kendi piyonları bile itiraf ediyor, Ramazan Akyürek’e kimse dokunmadı ve “Hrant’ın Arkadaşları” maskesiyle yanlarında dolaşanlarca yönlendirilen Hrant’ın ailesi de suçluları yanlış yerlerde aradı ve işte bütün itiraflar havada uçuşuyor, suçları birbirlerinin üzerine atarak karartmaya çalışıyorlar ve sahte Hrant Din arkadaşları da bu karartmaya katkıda bulunuyor! Hrant’ın “arkadaşları” imiş, sevsinler!
Üç yıl önce, ”HRANT İÇİN YÜRÜMEK” başlıklı bir mektup ta, “Bence dört yıl önceki o insan selinde, "HEPİMİZ HRANTIZ" diyenlerden bazıları o zaman da, şimdi de bunu yalandan söylüyorlardı, söylemeye devam ediyorlar.” Diyordum ve şunu ekliyordum:
“İkincisi, yine bu yalandan HRANT diyenlerin marifetinin de içinde olduğu bir marifetle Hrant'ın katledilmesinin üzerindeki örtünün açılması engellenmektedir; ve ayrıca, bu engellemenin adresi, bu yalandan Hrant diyenlerin de içinde olduğu bir dinamikle başka yerlerde gösterilmekte ve bu yetmiyormuş gibi, içinde oldukları dinamikle birlikte Hrant'ın katledilmesinin üzerindeki örtünün hiç açılmaması için muazzam incelikte bir tiyatro sergilemektedirler. Yani bence, "Bebekten katil yaratan, karanlığa ışık tutmayanlar"ı, yani karanlığı isteyenleri, " Hrant'ın arkadaşları kılığında olanların" içinde aramak gerekmektedir. Bu oyun tarihte her zaman oynanan bir oyundur ve karanlığı isteyenlerle birlikte, karanlıkla mücadele edilemeyeceğini, Hrant Dink'in katlinden çok önce katledilmeleri üzerindeki örtülerin hâlâ kaldırılamamış olmasından anlamış olmak gerekmektedir.”
 Ya ormana bakıp ağacı görmüyorsun, ya da ağaca bakıp ormanı görmüyorsun ki bu hepinizin, bile isteye tutulduğunuz bir hastalıktır; ama son tahlilde hepsi siper olduğunuz fetullahi örgütün üzerini örtmeye mahkûm olduğunuz içindir! O polis şefini ve işkenceciliğini görüp, fetullahi örgütü görmemek böyle bir şeydir işte!
Şimdi açtığın konudan devam edelim, Ergenekon mu demiştim, merak etme anlatacağım, Ergenekon ne imiş, kim ergenekoncuymuş anlayalım!
Kamuoyunda “Çiller Örgütü” olarak da anılan Kontrgerilla örgütlenmesi ve icraatları, uzun süredir tartışılıyordu ama kimseden ses çıkmıyordu. Kontr-gerilla örgütlenmesine karşı, kitlelerin ve yönetici sınıfların içinden çıkabilecek itiraz seslerinin,"PKK" terörü bahane edilerek ve terör ile mücadelede her yolun mübah olduğu kabul ettirilerek kısılabilmişti; bu örgütlenme, herkesin bildiği bir sır halinde idi!
O yıllarda, kimseye şimdi olduğu gibi "barış gelsin-savaş bitsin-analar ağlamasın" yollu haykırışlar öğretilmiyordu; aksine her yol mübah görülerek,”PKK terörü”ne karşı (aslında, sol/sosyalist harekete karşı) oluşturulmuş ve CIA'nın NATO bünyesinde kurduğu Gladyo'nun bir kolu idi.
Oluşturulmuş olan bir karşı-terör hareketi idi; hem faili meçhuller yolu ile PKK'nin ekonomik damarlarını kesiyordu ve hem de bu faili meçhuller üzerinden kitleleri terörize ederek korkuyu kalıcılaştırıyordu ve Kürt halkının devrimcileşmesi yanında, Türkiye’nin devrimci hareketi ile buluşmasına yönelik veya devrimcileşen Kürt ulusal hareketi ile buluşmaya yönelik eğilim ve çabaları engellemeye ama daha çok 12 Eylül faşist rejimini, bu güne taşımak için yolları genişletmeye yönelik idi!
Herkes hatırlar ve henüz bu çeteden burnu kanayan,Ağar'ı ve Ünlü” genel vali" nin "intiharı “nı saymazsak, olmamıştır; oysa Çiller, ki bir seçim darbesi ile ve de paraşütle hem DYP nin ve hem de Hükümetin başına oturtulmuştu, "devlet için kurşun atan da, yiyen de bizimdir" yollu kükrüyor ve” elimizde liste var" diyordu; ardından da faili meçhuller hız alıyordu.
Örnek olsun, o listedekilerden biri, bu gün BDP'de saylavlık yapan, ki o da bir anlamda buraya ısmarlama getirilmiştir (Öcalan'ın kontenjanından getirilmiştir), Pervin Buldan'ın eşi, uyuşturucu taciri, mafya ve aşiret ağası Savaş Buldan idi; "bizim Kürtlüğümüz, aşiret düzeninden, ağalık düzeninden ayrıdır" yollu konuşan Öcalan'ın ittifak yaptığı bir aşiret ağasıdır veya beyidir veya baronudur! İşte bu kişinin, bir gece yarısı operasyonu ile, sonradan Susurluk operasyonunda etrafa saçılarak deşifre olan ve Çiller'in "kurşun atan da bizimdir" dediği, "devlet için kurşun atan" devlet elemanları tarafından öldürüldüğünü biliyoruz!
Devletten ayrı bir derin devlet yoktur; derin devlet devletin kendisidir ve devlet sadece iktidardaki parti değildir; bunu ne tek başına CHP'ye ne de başka birine ve ne de tek başına iktidar partisine mal edemeyiz ama, söz uygunsa ,"bal tutan parmak yalar" misli, iktidar partisine en okkalı parçası düşer!
12 Eylül faşist darbesi, elbette mutfağında ABD -CIA'nın bulunduğu yadsınamaz bir gerçektir ama daha çok TC’nin, ki kuyruğuna takarak başedemeyeceğine inandıkları sosyalist hareketi toptan yoketmek üzere, TC’nin yönetimini, dinci akımlara teslim etmekten başka çare bulamayan Kemalizmden çoktan uzaklaşmaya başlamış olan Kemalist yüksek kadroların aşçılığında kotarılmıştır!
Bu anlamda, 12 Eylül faşist darbesi ve sonrasında yerleştirilen Eylülist yönetim, tümüyle TC'nin devamlılığı içinde bu günlere gelmiştir ve işte Öncekilerde olduğu gibi, örnek olsun Erdal İnönü keşfedilerek SHP nin başına getirildiği gibi, Çiller de aynı biçimde bir seçim darbesi ile iktidara getirilmiştir, ki Erbakan’ın da aynı koltuğa oturması, Kemalist yüksek kadroların, kemalizme de ihanet ederek, yönetimi dinci akımlara teslim etme ameliyesi içinde bir yerdedir ve devletin devamlılığı içindedir; bizim "devlet düşmanı", anarşist takılan bazı baylarımızın ise, bu gerçek hiç de akıllarına gelmemektedir!
Şimdi, devletin yüzde doksanına yerleşmiş olan ve icraatları ABD dahil herkesi bedbin etmeye başlayan ve hiç istenmese de zayıf bir alternatife kucak açarak, toplumu yine yeniden dönüştürmek için, bu anlamda yeni bir restorasyon yönetimi için start vermeye hazırlananların hedefinde olan ve tıpkı Çillerin oturtulduğu gibi bir seçim darbesi ile iktidar koltuğuna oturtulan ve CHP’sinin, MHP’sinin birer şubesi misli çalışarak ilerlettiği AKP iktidarını ve kadrolarını, bu devamlılıktan ayrı saymak ve elbette hızla ve de alelacele hazırlanıldığının işaretlerini veren "restorasyon hükümeti" arayışlarının bu devamlılık içinde saymamak, safdillilik değilse, 12 Eylül rejimi ile ortaklıktan başka bir şey değildir!
Şimdi bu iktidar, ortaya “paralel devlet” ve “ orduya kumpas” iddiası attı; ve bunu ondan iyi kimse bilemez, çünkü bu şekilde suçladığı ve ihbar ettiği, hâlâ da bu suçlamasının arkasında durduğu ve üstelik “Ergenekon”, ”Balyoz” vesaire tertibi ile zindanda olanlar için yeniden yargılanma hamleleri yaptığı, her yerde, her taşın altında aradığı, ve her yeri hallaç pamuğu gibi dağıttığı, Hükümet yetkililerinin ifadesiyle, bu “paralel devlet” örgütü ile ve 11 yıldır devleti birlikte yönettiği bir tarikattır.
Öyle ki, belki de en önemli hamle ve kumpas, Ergenekon vesaire tertipleri bir yana, Referandum tertibidir.
İşte şu ucube “yetmez ama evet” sloganını üretenler, en belirgin olarak burada 12 Eylül rejiminin devşirilmiş sol gömlekli sahtekârları olduklarını ve bunun yanı sıra yeni-mürteci olduklarını açık etmişlerdi!
Referandum mu?
Ol zaman da ifade ettik, bu topraklara ve emekçi halkın, sosyalistlerin,devrimcilerin, devrimci- demokratların, aydınların ve elbette Kürt halkının tepesine inen bir zulüm makinesi olarak 12 Eylül darbesi ile yerleştirilen ve yerleştirilirken her adımında bu sahtekâr solcular hazır ve nazır olan, 12 Eylül rejimini, bu günlere, ki nasıl günler olduğunu hepimiz görüyoruz ve “Yetmez ama evet”çilerin hâlâ görmediği ortadadır, ve daha ötesine, işte ünlü ucube slogandaki “yetmez” ifadesi bu ötesini ihtiva etmektedir, getirmek için idi!
Ve böylece büyük büyük zenginler ile büyük emperyalist patron ABD emperyalizmi ve onun tepesindeki düzenek emellerine nail olacaktı!
O günlerde, bunun için gerekli olan “EVET” oyunu garantilemek için el birliği ile çalışan “Yetmez ama evet” çiler, bugün, ”yetti gari” feryatları ile ıslık çalarak korkularından kurtulmak istiyorlar! Bu arada “Ergenekon” deccalini hatırlatmayı da ihmal etmiyorlar, korkularının kaynağı budur!
Neden? Çünkü, ucube “şiar”larından belli, istedikleri bugün ile sınırlı değildi; “yetmez” dediler, çünkü daha ötesini istiyorlardı, sevgili hoca efendileri ,”allah adına”, ne emir buyurdularsa, koca koca aydın müsveddeleri sıkılmadan uyguluyorlardı. Şimdi, yani bu gün, dün ”yetmez” olan ellerinde patlamış olacak ki, feryat figan “Yetti gari” diye haykırarak, hocaefendilerinin şefkatli kollarında ona siper oluyorlar!
Ve sen hâlâ sıkılmadan “Ergenekon”a işaret ediyorsun! Kör değilsin, sağır değilsin, ama nereye bakacağını bilmiyorsun; neden? Çünkü bunun için akıl gerek ama o da yetmez, kendine ait olmalı, o da yetmez, bilgi de gerekiyor, o da yetmez,”inanıyorum öyleyse doğru söylüyor” doğmasına teslim olmamak gerek; ve işte bu yetmezleri yeter hale getirdikten sonra akıl ile fikir arasındaki diyalektik köprü kurulabilir; böylece de nereye bakacağını bilmek yanında, baktığın yerdekileri görebilir, bu gördüklerini akıl süzgecinden geçirerek fikir haline getirebilirsin!
Tabii bunlar, dürüst ve gerçekten bilimden yana ve elbette gerçekten zalime karşı, ezilenden yana olmazsan anlamsız ve gereksiz şeylerdir ki bu gereksizliğin içinde olanları çok açık görüyoruz!
Bir gezici, şimdi denizaşırı ve internet ve medya vaizinin, her daim devletin şemsiyesi altında olan ve yine her daim komünizmle mücadele hizmetinde olan bir devlet görevlisinin karanlık vaazlarının peşinden koşmayı; Türkiye’yi ve halkını, bir kör karanlığın, bir cahiliye düzeninin çukuruna gömmek için and içmiş bu karanlık tarikatın şövalyeliğini yapmayı poltika sayan bu “yetmez ama evet”çi sahte sol gömlekliler, işte bu gereksizliğin içindedir ve gösterdiğimiz budur! Yani niyetimiz onları düzeltmek değildir, nereye aitseler biran önce oraya gitmelerine kolaylık sağlamaktır.
Ait oldukları yerin, “yeni mürteci” karagahı olduğunu söylüyorduk ve işte bakın,tam da oradan kafalarını kaldırıp, feryat figan “yetti gari”diyerek, hoca efendilerine siper olmaktadırlar.
İşte her şey ortada; aradığınız, Ergenekon, Gladyo, Kontr-gerilla, paralel devlet, hangi sıfatı uygun görüyorsanız, hepsi bir ve aynıdır ve hiç biri devletten bağımsız değildir, taa “Komünizmle Mücadele Dernekleri”nin Türkiye’nin tarih sahnesine çıktığından beri, devletin koruyucu şemsiyesi altında faaliyet gösteren işte bu yapıdır !
Dolayısıyla bu derin ilişkiler içinde olanların kimler olduğu da ortaya çıkmıştır, kendi imzaları ile tarihe notunu düşenler bizzat kendileridir!
Sen Bronşittayn birader, hâlâ “Ergenekon” sayıklıyorsun! Ve böylece bir kez daha, derin devleti de, devleti de, ısrarla başka adreslerde arama "ahmaklığı"ndan çok, bu ahmaklığa yatarak, gerçeklerin üzerini örtmeye çalışanların halet-i ruhiyesini yansıtıyorsun!
Peki o halde neymiş bu Ergenekon başlayalım göstermeye !
Öncelikle, yukarıda hatırlattıklarımla, Gladyo-kontrgerilla gerçeğinin,TC'nin dolayısıyla 12 Eylül faşist rejiminin, devamlığı içinde aranması gerektiğinin altını çizmiş olduğumu belirtmeliyim.
Gladyo-Kontr-gerillanın kökü bellidir ama Türkiye’deki uzantısının başka adreslerde aranması bu kökü pek önemli kılmamaktadır; ve Türkiye dışında her yerde hemen hemen kaydıyla belirtmeliyim, ki Gladyo örgütlenmesi sonlandırılmış iken,Türkiye'de devam etmesi, bu günlere yönelik hazırlıkların bitmemiş olmasındandır; yani çok çok, rezerve tutarak uykuya yatırılmış ve terör, ki adı "PKK" idi, bahanesi ile meşrulaştırılmış ve halka dayatılmış bir karşı terör mekanizması ile halkın korkutulması ve sessiz bırakılması sağlanmıştır; çünkü bir toplumun dönüştürülebilmesi için öncelikle korkunun yayılması gerekmektedir ve korku 12 Eylül faşist darbesi ile başlatılmış ve kitleselleştirilmiş, bu tür mekanizmalarla da sürekli kılınmıştır!
Peki neden?
Çünkü Türkiye'nin tekelleşmeye, dolayısıyla dış piyasa ile rekabet için mallarını ucuzlatmaya ve/veya kaliteli hale getirmeye ihtiyacı vardı ve bu ihtiyacın karşılanması için müdahale edilebilecek tek kalem, işçi ücretleri idi ve çalışma düzeninde değişiklik yapılması şarttı; yani bir taraftan sendikasızlaştırmak, diğer taraftan ücretlerin açlık sınırına ve hatta daha da altına düşürülmesi gerek şart idi!
Buna, bir adım önce, özelikle de, DİSK fenomeni tepe tepe kullanılarak, ücretlerin artmasına yol açan bir iç dinamik mekanizmasının işletilmesi sonucu yüksek ücrete alıştırılan işçiler ve örgütleri, her halde kolaylıkla razı olmayacaklardı.
İşte önceki korku bunun için idi ve bir korku şoku ile 12 Eylül rejimi, ucu bu günleri hedefleyen bir eğilimle yerleştirilmeye başlandı; bunda tarih önünde yargılamak üzere suçlu arıyorsak, ne tek başına Kemalist yüksek kadrolardır, ne de CHP'dir; çünkü CHP de, Yüksek komutanlar da, Kemalist yüksek kadrolar da, zenginliğine zenginlik katmak için her türlü kötülüğün içine girmeye dünden razı olan büyük büyük zenginlerin programına bağlı idiler ve bu zenginler, ki artık "TÜSİAD" zenginleri olarak tasvir etmek yerindedir, 12 Eylül rejiminin hem sahipleri ve hem de yöneticileridir. Şimdi de öyle oldukları apaçık görülüyor!
Şimdi tekellerin düzeni yerleşmiş ve genişleme sancıları içinde bu büyük büyük zenginler, yer yer bir parti misli hareket etmektedirler; yer yer bürolarında pişirdikleri poltikaları, TÜSİAD bünyesinde deklare ederek, hükümetlerine perspektif açabilmektedirler!
Aradaki mesafe uzun ve ayrıntılar bu mesafenin içindedir ama işte bu günlerdeyiz ve şimdi, bu büyük zenginlerin uzun zamandır aradıkları ve en tam vasıfları kendisinde buldukları, 11yıldır, kendisine rağmen ölçüsüzce destekledikleri, eksiklerini ve yanlışlarını düzelttikleri, AKP- RTE iktidarı için, bu büyük büyük zenginler nezdinde de, tehlike çanları çalmaya başlamıştır, ki AKP'nin bunu hazmedemediği görülmektedir ve hırçınlığı yanında telaşı da bunun yansımasıdır.
Üstüne üstlük bir de saldırı ki, politik ve ideolojik olmadığı, ortadadır, başlatılmıştır; sivri ucunun RTE’ ye yönelik olduğunu bizzat Hükümetin başı ifade etmektedir.
Demek ki, Kemalist kadrolardan ve Kemalist ideoloji ve politikalardan vazgeçerek, Kemalizme hücum ile 12 Eylül rejiminin yönetilmesini dinci kadrolar ve din ideolojisi ile götürmek de rejimin tıkanıklığını çözmemiştir. Demek ki aranıp da bulunan ve uygulanan kan da rejimin hayatiyeti için artık yetmemektedir!
Hangi kan yetti ki?
Demek ki, büyük büyük zenginlere, bu arada bibirinden ayrı olmayan ABD emperyalizmine, aynı vasıfları taşıyan başka kadrolar ve onlarla revize edilmiş yeni bir hükümet gerekmektedir.
Buradaki en temel güdü, 12 Eylül rejiminin devamlılığına halel gelmemesidir!
İşte bu “Yetmez ama evet”çilerin “yetti gari” feryatları da ve artık “yetti gari” diyen bu sahte sol gömlekli azap zebanisi Gaponlara siper olmak için bayatlamış yafta ve hurafelerini hâlâ üzerimize fırlatmaları da bu devamlılığa halel gelmesinden korkunun yansımasıdır; ancak bu vesile ile, yukarda ifade ettiklerimin ışığında, derin devlet-Kontrgerilla-gladyo ve yeni adıyla "Ergenekon" üzerine bir kez daha konuşma fırsatı buluyoruz ki bunun için Bronşittayn rumuzlu forum üyesine teşekkürü borç biliyoruz!
Ayrıca ve yine bu vesile ile bugün hâlâ papaz gaponların çok olduğunu ve sol renk yanında, aydın kılığında veya demokrasi havarisi görünümünde olduklarını ama aynı zamanda, zamanın tam da onlardan kurtulma zamanı olduğunu hatırlatma fırsatı bulmaktan sevinç duyuyoruz!
Düşmanın adresinde net olamayanlar, kitlelere ve en önce de toplumun nesnel olarak en devrimci sınıfı olan işçi sınıfına, bu adresi net olarak gösteremezler; bu mümkün olmayınca da, işçiler, emekçiler sınıf bilinciyle de, bireysel olarak kendiliğinden hareketin rengini taşıyarak da, sınıfsal ve politik bir hareketlenmenin içinde yer almazlar, o Gaponların peşinden, öbür Gaponların peşine sürüklenir dururlar.
Öyleyse, biz de burada duralım ve konumuza dönelim!
Öncelikle şunu hatırlayarak devam etmeliyiz ki, "Ergenekon" un bir hukuk meselesi olarak görünmediği ve görülmediğini hep söyledik ve artık hükümetin en yetkili ağızları bunu net olarak itiraf etmektedirler!; ayrıca, iki çıkar sahibi kapitalist grubun çatışmasının yansıması olmadığını da biliyorduk ve buradan hareketle sınıfsal olduğunu da görüyor, gösteriyorduk; geldiğimiz noktada , pratik olarak da görülmektedir!
Gladyo sözcüğü bu gün de sık sık telaffuz ediliyor ve “Gladyo nedir?” bilgisi,artık internette “viki sözlük”lerden bile temin edilebilmektedir; ancak yine de hatırlamaya gerek var ve Gladyonun ikinci savaşın hemen sonrasında CIA ile anlaşan eski naziler tarafından kurulduğunu ve hedefinde kömünist örgütlenmeler olduğunu ve de her NATO ülkesinde bir tane Gladyo örgütünün kurulmuş olduğunu biliyoruz!
İşte sınıfsal bakmak buraya bakabilmektir! Buraya bakabilmek demek, Türkiye'nin de ordusunu, istihbaratını, bürokrasisini, NATO'ya girerek, ABD emperyalizmine teslim ettiğini, görmek, bilmek ve anlamak demektir!
Bu, aynı zamanda sosyalist hareketle mücadeleyi de ABD emperyalizmine ve onun resmi-yarı resmi ve derin örgütlenmelerine teslim etmek demektir; en azından bu örgütlenmelerin uzantılarına teslim etmek demektir!
Evet, 2. dünya savaşının bitimiyle birlikte CIA ile anlaşan Nazilerin kurduğu Gladyo’nun temel hedefinin sosyalist hareketin ilerlemesini önlemek, ortadan kaldırmak olduğunu ve her NATO ülkesinde bir teşkilatının kurulduğunu hep hatırlattık ve bu apaçık ortadadır!
Türkiye’de “Komünizmle Mücadele Dernekleri”, “ İlim Yayma Cemiyeti ” gibi, solculara, sosyalistlere karşıt olarak kurulan örgütlerin ve Ülkücü komandoların da bu örgütlenmenin içinde olduğunu biliyoruz. Türkiye’deki siyasal cinayetler, bu örgütün uzantıları eliyle gerçekleştiriliyordu, toplumun saygısını kazanmış isimler öldürülüyordu ve K.Maraş, Sivas, Çorum, katliamları gibi, kitlesel katliamlar yapılıyordu.
12 Eylül darbecilerinin "durumun olgunlaşması için iki yıl bekledik" yönlü açıklamalarında da ifadesini bulduğu gibi, Türkiye toplumu, böylece darbeye mecbur edilmek isteniyordu.
Velhasıl uzun zamandır ve bugün daha da fazlasıyla ortaya çıkmıştır ki, bunların hepsi, CIA/Gladyo eli mahsulü idi ve Türkiye’yi sola teslim etmemek içindi! Sonuçta Türkiye dinci akımların eline teslim edilmiştir ve şimdi “yetmez ama evet” çi sahtekârlar, utanmadan, sıkılmaan hâlâ Fetullahi tarikata siper oluyorlar ve bu örgütün “kumpası” ile zindana atılanlardan başka deccal tanımıyorlar!
Evet, apaçık görülüyor ki 12 Eylül faşist darbesine giden kanlı yolları Gladyo/ Kontrgerilla döşemiştir.
Şimdi hükümet yetkilileri ne diyor? Bu Fetullahi tarikat bir “paralel devlet” örgütlenmesidir! Peki kim bu Fetullah ve en başından kimin koruması ve kollaması altındadır? Tabii ki devlet eliyle kurulan ve Galdyo’dan da NATO’dan da ayrı olmayan ve kurucuları ile üyeleri arasında o gün de, bu gün de devletin en yüksek koltuklarında oturanlar olan Komünizmle Mücadele Derneklerinin kurucularındandır!
Maraş Katliamı ki Öcalan bile bunun bir Kontr-gerilla marifeti olduğunu işaret etmiştir, Sivas katliamı, diğerleri, hiçbirini bu Fetullahi örgütten ayıramayız; ikisi de aynı yere düşer ve düştükleri yerde devlet olduğunu, örnek olsun Maraş katliamında ihmalin büyüğünün Ecevit’in içişleri bakanı İrfan Özaydınlı’ya ait olduğuna hep işaret edildiğini biliyoruz!
Öyleyse adres hep netti ama yine hep işte bu sahte sol gömlekli azap zebanisi Gaponlar, bu netliği bozuyorlar, gerçeğin üzerini örtüyorlardı ve hâlâ örtmek için çırpınıyorlar; fakat nafile çabadır!
İşte 1989 da Berlin Duvarı'nın yıkılması, Doğu blokunun çökmesi ve Sovyetler Birliğinin dağılması ile eşzamanlı olarak, hepsi komünist hareketlere karşı görev yapmış olan Avrupa'daki Gladyolar, bir bir açığa çıktı; Batı Almanya'dakinin adı,"Sword" ; Avusturya'da "Schwert"; İngiltere'de " Secret British Networkd Revealed"; Belçika'da " Bdra-8"; Hollanda'da "Command"; İsviçre'de" "P-26"; Yunanistan'da "Sheepskin"; Fransa'dakinin adı ise "Rüzgâr Gülü" idi. Yalnızca Türkiye’deki Gladyo açığa çıkarılmadı.
Peki, bu gün Hükümetin işaret ettiği ve hükümetin iktidar ortağı olan Fetullah örgütü tarafından “kumpas kurulan” Ergenekoncular Gladyo’mudur?
Bu soruyu bir yere not edip, bize bu açılımı yapma fırsatı veren Bronşittayn kardeşimiz bu sorunun cevabını düşünürken, biz devam edelim.
Soğuk savaş döneminde 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinde, CIA/Gladyo’nun, yani ABD nin hedefi ve amacı belli idi. Ucu Sovyetlerin yıkılmasına dönük olan, "Yeşil Kuşak Projesi"ni sonuca ulaştırmak, komünizmle mücadele, Türkiye’yi sola teslim etmemekti.
Peki bugün belli değil mi?
ABD nin hedefi ve amacı bu gün de bellidir, bölgedeki Kürt politikası; AKP'ye bakışı; YDD nin hedefi, BOP –BİP “Büyük-Kürdistan Politikası” vb. hepsi bellidir!
Bu hükümetin kumpas kurulduğunu itiraf ettiği "Ergenekoncu"ların da sözde hedefleri bellidir; Darbe yapmak, irtica ile mücadele ve AKP yi devirmek...
Öyle mi değil mi?
Öte yandan "Ergenekon"a savaş açan dinci - liberal ittifakının ABD-AB ile ilişkileri de bellidir.
AKP nin başkanı ise, saymışlar, tam 36 kez " BOP Projesinin Eşbaşkanıyım" demiş ve "Diyabakır'ın yıldız olmasının bu proje içinde olduğunu" söylemiş.
Öyleyse, her şeyin ve çok öncesinden belli olduğu net olarak görülmüyor mu?
Öyleyse soruyu tekrar soralım ama başka biçimde:
Gladyo-kontr -gerilla bu gün, bu gün zindanda olan ve “ kumpas kurulduğu” artık tescillenmiş olan "Ergenekoncu"ların mı, yoksa ergenekonculara savaş açmış gibi görünerek Kemalist burjuva cumhuriyetini yıkmayı ve böylece sosyalist hareketi sonsuza dek tarihe gömmeyi amaçlayan Neo-Gladyo'nun mu arkasındadır?
Cevabı, tektir ve basittir ve Gladyo'nun babası olan ABD nin dış politikasına bakarak yanıtlamak mümkündür.
Bugünkü, yani bir ”kumpas” ile zindana gönderildiği tescillenmiş olan “Ergenekon”a, dönersek, nedir? Sorusunun cevabı tamamlayıcıdır ve bu “Ergenekon”un, devlet içinde oluşmuş bir çete olduğunu söylemek yeterli olmakla birlikte, Gladyo’nun aksine yerel olduğunu ve uluslararası bağlantısı olmadığını söylemek daha tamamlayıcıdır.
Buradan hareketle, Ergenekon’un, PKK terör örgütüne karşı TSK nın, dolayısıyla devletin mücadelesi içinden, bazı kişilerin hukuk dışı yollara sapması ile kişisel çıkarları etrafında oluşturdukları mafya türü bir örgütlenme olduğunu söylemek de yanlış olmaz.
Ancak bu gün, daha doğrusu soruşturması başladığı andan itibaren ve Neo-Gladyoculara göre, Ergenekon örgütü sadece bir çete değil, bir devlet örgütlenmesidir ve kanunsuzluğunu TSK dan aldığı güçle yapmaktadır. Amacı darbe yaparak AKP’yi devirmektir. Dolayısıyla neo-Gladyocular,TC ve TSK ile hesaplaşmadan bu sorunun çözülemeyeceğine inanmaktadırlar.
Şimdi durduğumuz yerden daha net görülüyor ki, bu nedenle tüm AKP muhaliflerinin boyunlarına "Ergenekoncu" yaftası takılmış, ancak, en başta işaret ettiğim gladyo-kontrgerillanın, yani kamuya mal olan adı ile Çiller örgütünün, yani asıl Ergenekonun üzeri örtülmüştür!
Ağar’ın durumu ise bir iş kazası niteliğindedir ve kendisi de, tıpkı Çiller’in “devlet için kurşun atan da, yiyen de bizimdir” dediğini tekrarlayarak ,“ devlet için hapis yatmak da şereftir” yollu nutuk çekmiştir!
Oysa bu yafta ile dolaştırılan veya zindana atılan aydınların, politikacıların, üniversite hocalarının ve elbette gazetecilerin, yıllarca kontrgerilla ile mücadele etmiş, kontrgerillanın hışmına uğramış kişiler oldukları bilinmektedir.
Öte yandan, ergenekoncuların anası ve babası sayılacak, "devlet için kurşun atan da, yiyen de bizim evlatlarımızdır" diyerek KONTR-GERİLLA (Ergeneokon) örgütünün militanlarına arka çıkma cüreti gösterebilen aktörler dâhil, hiçbirisinin üzerine gidilmediği de görülmektedir.
Net olarak görülüyor ki, ABD-AB ile ilişkileri de belli olan, hatta  en yetkilisinin defalaca ABD’nin bu bölgedeki  politikalarının  eş başkanı olduğunu söylediği "Ergenekon"a savaş açan dinci - liberal ittifakı, hem Gladyo-kontr-gerilla-Ergenekon  örgütlenmesinin  üzerine gitmemişlerdir ve hem de  PKK terör örgütüne karşı TSK nın, dolayısıyla devletin mücadelesi içinden bazı kişilerin hukuk dışı yollara sapması ile kişisel çıkarları etrafında oluşturdukları mafya türü bir örgütlenme  olan  ergenekon’un  üzerine gitmemişlerdir ama bütün AKP karşıtlarının boynuna astıkları ergenekoncu yaftası ile aydınların, politikacıların, üniversite hocalarının ve elbette gazetecilerin, yıllarca kontrgerilla ile mücadele etmiş, kontrgerillanın hışmına uğramış kişilerin ve TSK içinden çoğu AKP’ye ve Amerikan poltikalarına karşı  oldukları bilinen TSK mensuplarının üzerine gitmişler, zindana atmışlardır!
Ancak, ergenekoncuların anası ve babası sayılacak, "devlet için kurşun atan da, yiyen de bizim evlatlarımızdır " diyerek KONTR-GERİLLA (Ergeneokon) örgütünün militanlarına arka çıkma cüreti gösterebilen aktörler dâhil, hiç birisinin üzerine gidilmediği de görülmektedir.
Bu durumda Gladyo/ Kontrgerilla ve Ergenekon örgütü, artık açığa çıkarılıp, çökertilmiş midir?
Daha doğrusu bu, bu günkü şartlarda mümkün müdür ve ne zaman mümkün olabilir?
İşte asıl sorular bunlardır ve sormamak için olduğu kadar, cevabını düşünmemek için de, kimse gerçeklere sahip çıkmamayı, altın değerinde bir politika saymaktadır.
Yani, bu soruları sormamak için sessiz bir ağız birliği olduğu görülmektedir !
Oysa çoktandır ufuk ötesine hapsedilen nesnel gerçekler, ufuğu aşarak, bu gün orta yerde duran nesnelliğin, Kemalizmi aşmak isteyenler ile, Kemalizmle birlikte onu aşmak isteyenleri de yok etmek isteyenlerin mücadelesinin izdüşümü olduğunu göstermek istemekte ancak, bu “yetmez ama evet”çi misli sahtekârların taarruzuna maruz kalarak, ufuk ötesinde takılı kalmaktadır.
Gerçeklik, ufuk ötesine hapsedilmiş durumdaydı; çıkamıyor ve çıkarılmayı bekliyordu; gerçekliği ufuk ötesinden çıkarma sorumluluğu ise gerçek sosyalistlerin omuzlarına düşmüştü amma ve lakin bu sahte sol gömleklilerin ve emperyalizmin, tekellerin dolayısıyla 12 Eylül rejiminin ideolojik-politik taarruzunu ve hegemonyasını, aynı anlama gelmek üzere, “demokrasi illüzyonu” nu ve “sahte düşman üretme mekanizmasını” aşmaları mümkün olmuyordu amma ve lakin sosyalistler, dürüst, namuslu aydınlar, bu toprakların gerçek devrimcileri, devrimci-demokratları durmadılar, yılmadılar ve gerçeklere sahip çıkarak , üzerindeki örtüleri gıdım gıdım da olsa kaldırdılar!
Sonra bir sabah kalktığımızda gördük ki, Taksim’de bir “cahil” genç “sürüsü”, bir “internet kuşları” ordusu, emekçi halkı da yanına alarak Hükümete ve bu çürümüş, kokuşmuş, her tarafından pislik akan 12 Eylül rejimine posta koydu!
O gıdım gıdım açılan örtülerin altından akan sessiz, titrek ve küçücük damlalarla biriken gerçeklik, “Gezi Direnişi” olarak tarihe geçen halk ayaklanmasında vücut buldu!
Ne “demokrasi illuzyonu” ayakta durabildi, ne 12 Eylül rejiminin şeriata dayalı faşist diktatörlüğünün zoru, bu halkın isyanı karşısında dimdik durabildi ve ne de bu sahte sol gömleklilerin sahtekârlıkları kendini gizleyebildi.
Ol zamandan beri, bu sahtekârların kimi ki, Oya Baydar da bunların içindedir ve en sıkılmazları Altangillerdir, ağlamaklı bir haykırış ile “Kandırıldık” diye feryat ettiler; kimi, “şimdiye kadar iyi gidiyorlardı ama demokrasiden vazgeçtiler öyleyse biz de yan çiziyoruz” yollu günah çıkardılar; kimi de, işte fotoğrafta görüldüğü gibi bu “yetmez ama evet” çiler türündekiler, açıktan, alenen Fetullah Gülen tarikatının yanında saf tuttular ve hâlâ Ergenekon’u başka yerde göstererek korkularını açık ediyorlar!
İşte somut gerçeklik budur ve ufukta görülebilirse, irtica dediğimiz geriye dönüşü işaret etmektedir ve bunun bir emperyalist politika olduğu, 12 Eylül rejiminin politikası ile örtüştüğü, dolayısıyla bir resmi politika olduğu görülmektedir; yani devlet durumu içindedir demek istiyorum ve ekliyorum, cahilleştirme politikasıdır.
Ve bu, devlet durumunun devamlılığı içinde olmakla birlikte, Gladyo veya neo-Gladyo ile senkronize bir işlevle hareket halindedir.
Bu iç ve dış politika içerikli senkronize hareketin yönü, kaçınılmaz olarak cahilleştirmeye, dolayısıyla dincileştirme / İslamlaştırmaya dönüktür!
İşte bu karanlığın şövalyeleri, Türkiye’nin Gaponları, yeni – mürteci “yetmez ama evet”çiler, bu devlet poltikasının uzun zamandır tetikçiliğini yapmışlardır ki, olaya insani açıdan bakmak gerekirse, bu sahte sol gömlekli azap zebanilerinin yatacak yerleri yoktur!
Ben hep şunu söyledim ve hâlâ söylüyorum ki emperyalizme, tekellere ve tekeller düzenine kin duymayandan, dahası bu kokuşmuş, çürümüş ve üstelik çaresizlikten inim inleyen tekeller düzenini ve emperyalizmi benimsetmeye çalışanlardan, bu zulüm dünyasını, orasını burasını tamir ederek, söküklerinin, yırtıklarının, su kaçıran yerlerinin üzerini örterek şirin göstermeye çalışanlardan tiksinti duymayandan, devrimci olmaz, hatta hiçbir bir halt olmaz ve gideceği tek yer vardır, o da yeni-mürtecilerin karargâhıdır; ve işte artık oradadırlar!
Fikret Uzun
26-OCAK-2014

25 Ocak 2014 Cumartesi

YETMEZ AMA EVETÇİLER YETMEZE ULAŞAMADIKLARINI İLAN EDİYORLAR



YETMEZ AMA EVETÇİLER YETMEZE ULAŞAMADIKLARINI İLAN EDİYORLAR
Of of of! Nihayet yetti mi gari ? Bence yetmedi, bu daha başlangıç!
Bunlar herkesi ve hâlâ aptal yerine koyuyorlar; oysa Gezi direnişine halk da katılarak bizi aptal yerine koyamazsınız, artık yetti gari! demişlerdi, bunu bile görmek istemiyorlar; AKP yargıyı kendine bağlıyormuş ? Peki ya ileri zekalılar, sizin o "yetmez ama evet" dediğiniz anayasa değişikliğinde bu zaten olmadı mı ve siz bunun için mahalle mahalle, üniversite dolaşarak, onca yumurta şiddetlerine göğüs gererek demokratik anayasa diye anlatıp durmadınız mı?

Ama bir dakika, tabii ya "yetmez" demiştiniz değil mi? Çok doğru, siz bir de, artık dar gelen anayasayı topyekün ilga ederek, 12 Eylül rejiminin şeriata dayalı faşist diktatörlüğünü, islamik-osmanik bir feodal cumhuriyet yaparak, o sahte sol gömleğinizin de ağırlığından kurtulup tamamen huzura ermek istiyordunuz; ve ortaklar arasındaki
kavga sizi şoka soktu!

Ama gene başka taşların altına bakıyorsunuz, ki anlayan anlıyor ve işte bu nedenle karşı atağa geçiyor ki, kendisini dimdik ayakta görsünler, eş başkanlığı başkasına vermesinler ama siz göremiyorsunuz; bunu basit bir mahalle kavgasına indiriyorsunuz!
Tıpkı AKP gelmeden önce, Erbakana ne yapıldı ise ve dahi Ecevit'e ne yapıldı ise o yapılıyor; Erbakana yapılana darbe diyordunuz ama Ecevit'e yapılanda darbe görmediniz; darbeydi ve o darbe emekçi halkın kafasına AKP olarak indi; bunu ise hiç görmediniz, hatta sanki gökten mesih indi, bütün kötülükleri bertaraf edecekmiş gibi sevinç naraları attınız! AKP ve daha önceki beyanatlarına bakılırsa, ruh ikizi olan ve sizin içinde olduğunuz tarikat, birlikte bu darbeyi ilerlettiler, taa şeriata dayalı faşist diktatörlüğe kadar götürdüler ama ötesi olmadı ve olması için, fırsatı kaçırmamak için oyunlarınız bitmez fakat nafile çabadır bilesiniz!

Şimdi ise yetti gari diye feryat ediyorsunuz! Değişen durum hasan ali yerine ali hasandır ve 11 yıl bu, boru değil, dile kolay 11 yıl, hem bir tarikatın "aydın"ı olmayı içinize sindirdiniz, hem de Türkiye'nin karanlıklar içine gömülmesinin şövalyeliğini yaptınız; şimdi sıkıntınız nedir? Sıkıntınız bellidir ve imzaladığınız metinde apaçık görünüyor "ergenekon" tertibinin suç üstü yakalandığını ve devletin en yetkili ağzının bir kumpas sonucu tezgahlandığını itiraf etmesi ile bütün dengeniz şaştı değil mi? Kimbilir yeni cumhuriyet yakındır diye ne planlar yapıyordunuz!

Oysa hepsi, sizin tetikçiliğinizle, yarattığınız illuzyonla ve tarikat ile AKP ortaklığında, sadece onlar mı, yüksek kemalist kadrolar da dahildir, ama onlar sizin için ergenekon torbasına sokulacak kadrolar değildir ve elbette bu düzenin asıl sahiplerinin,TÜSİAD patronlarının el birliği ile oldu ama işi çok uzattınız be aydıncıklar ve çok fazla böbürlendiniz be ileri zekalılar, ergenekonmuş, ergenekon Gladyo imiş, darbeciler imiş,darbeci zihniyeti tepelersek demokrasi hiç gitmemecesine gelirmiş vesaire vesaire...sizde beş yaşında çocuk zekası olsaydı bile buna inanmazdınız ama koca koca "aydınlar" böyle bir illuzyona önce kendiniz inandınız ki herhalde böyle daha inandırıcı oluyordu!

Ancak, hepiniz en az bir kere şu düstura dair ahkam kesmişsinizdir: "sap döner keser döner, bir gün olur hesap döner " demişsinizdir; İşte dönmüştür ve bu dönüşe olumlu cevap verdiklerini Gezi Direnişi ile onca zahmetlere katlanıp, bir demokrasi illuzyonu içine sokarak sürüleştirmeye çalıştığınız emekçi halk cevabını vermiştir; artık daha ne konuşuyorsunuz, siz de Altan kardeşler gibi "kandırıldık ey halkım" türküsüne sığının ki halkın tokatının şiddetinden kurtulun, az bir tokatla kurtulun; ama nerde, siz bu topraklarda, her daim zalimin zalimliğini örtmek ve zalime rağmen zalimin söküklerini dikmek, onu şirin göstermek için seçilmiş azap zebanilerisiniz; aydınmış! güldürüyorsunuz ama daha çok da bu zulüm düzenini benimsetmeye çalıştığınız için, bu şeriata dayalı faşist konuşlanmayı "ileri demokrasi" diye yutturmaya çalıştığınız için miğdem bulanıyor!
Şimdi de kalkmış, el birliği ile önünü açtığınız, hükümranlıklardan hükümranlık beğenmesini sağladığınız AKPyle ondan çoktan bıkmış emekçi halkı, gerçek aydınları kavgaya davet ederek işin içinden sıyrılmaya çalışıyorsunuz; bu halkın hafızası sizinkinden kuvvetlidir, sizin gibi karanlığın vaizliğini yapan aydınlar olmayan gerçek aydınlar, size acı acı gülüyorlardır; siz dediklerinizi ve yaptıklarınız unutmuş olabilirsiniz ama bu emekçi halk unutmaz, unutmadı ve bunu gösterdi ve daha şiddetlisiyle göstermesi yakındır!

Sıkılmadan hâlâ ergenekon diyorsunuz; belli ki siz hiç ergenekon görmemişsiniz, ya da size ters bir ergenekon ile zulme uğramamışsınız; şimdi her taşın altında ergenekon arayarak sonunda bulduğunuz ve içine ne kadar yurtsever, gerçek aydın, bilim adamı varsa doldurup, zindana teptiğiniz ergenekon tertibiniz dökülünce, feryat figan, "başka taşların altına bakın, ergenekon mutlaka var; bulana kadar da sakın ha ergenekoncuları dışarı salmayın" diye çırpınıyorsunuz; artık size çocuklar bile inanmaz ve hatta bu halinize gülmekten yerlere yatıyorlardır.

Ve halk artık anladı, ergenekonculuk ABD uşakllığı olmazsa olmaz, olmadı ve onlara kimse dokunamadı! Bu rejim onların açtığı ve gözetiminde bulundukları yoldan bu günlere geldi ve 35 yıldır siz asiste ediyorsunuz bu 12 Eylül faşist rejimini; yani bu anlamda asıl ergenekoncu sizsiniz, siz aslında gladyonun içinde olanlar sizlersiniz, çünkü 11 Yıldır ortaklık içinde yürüyen iktidar koalisyonunun hükümet kanadı tescilledi ve geri durmuyor, arkasında olduğunu ısrarla gösteriyor, "sizin içine girmekten büyük onur duyduğunuz, tarihe kara bir leke olarak tescillenmenizin turnusolu olan tarikatı "paralel devlet" olarak ilan etti. Biz yemiyoruz, yani paralel devletin de, derin devletin de, devlet olduğuna hep inandık, ama bu bir itiraftır birlikte neler yapıldığını uyuyor zannetiğiniz emekçi halkımız da gördüler; ve kumpas bu emekçi halka yapılmıştır, sayenizde üzeri örtülmüştür ve hâlâ örtme telaşı içindesiniz; çünkü karanlık çukurlara gömüp, huzura kavuştuğunuz zannetiğiniz bir anda hiç beklemediğiniz anlaşılan bir yerden şok yediniz; şimdi sifonu çekmeyi unutmuşuz diye geri dönüp, sifonu çekmeye çalışıyorsunuz; ama nafile çaba, demek ki kimseyi çukura gömememişsiniz;asıl gömülen siziniz ve halk yavaş yavaş sizi tanıyor ve bu hızlanacaktır; bazıları celladına aşık olup, onun zulmünden hoşnut olabilir, hatta son derece mutlu da olabilir ama bu toplumsal olarak, kilesel olarak mümkün olmaz; en azından uzun süre olmaz VE BUNUN İÇİN DE SİZİN GİBİ SAHTE SOL GÖMLEKLİ AZAP ZEBANİLERİNİN MARİFETLERİ ÖN PLANDADIR.

Öyleyse bundan sonra çok daha zordur.

Ama yolun sonuna geldiniz; burası içine girdiğiniz yeni-mürteci karargahı idi ve mesihinizin şefkatli kollarına artık çok daha fazla ihtiyacınız olacak ki bu da, yani bu çıkışınız da, ki kendiniz görün, ilk "Ergenekon" imzalarınız çok fazla idi, şimdi yüz kişi bulabilmişsiniz, demek ki siz de dökülüyorsunuz; işte bunun içindir, onun, yani tarikatın, Hükümet yetkililerine göre "paralel devlet"in, yani "gladyo"nun ahtapot kollarından birine sarılmak içindir bu manevra misli haykırışlarınız; şimdi o kazan CHP'dir ama yedeği var; o da BDP'ikiz kardeşi, klonlanmışı da diyebiliriz, HDP'dir; ikisinden birine girersiniz artık!

Bol bol birbirinizi ağırlarsınız çünkü artık Türkiye’nin emekçi halkları körlükten, sağırlıktan hatta dilsizlikte sıkıldı ve bunu gösterdi; hem kör hem sağır olup, pabuç gibi dilleri ile etrafa zehir saçanlardan ise illahlah dediklerini gösterdiler !

Ve siz, ileri zekalılar, bir devlette "derin yapılar" her zaman emekçi kitlelere ve onların ilerici, devrmci temsilcilerine karşı zulüm demek olduğunu pekala biliyorsunuz; işte bu imzalarınız tarihe nottur, bile bile bir zulümhanenin tellalığını yapıyorsunuz; zalimin zulmünün bir tarafını şirin, diğer tarafını tükaka göstererek işin içinden sıyrılmaya çalışıyorsunuz; ama yağma yok, SİP'lilerin dediği gibi artık emekçi halk var; var olduğunu gösterdi demek istiyorum; ve siz gene biliyorsunuz ki, asıl belirleyici olan emek-sürecidir ve belirlemeye başladı bile; siz kişisel olarak bu karanlık çukurda, karanlığın vaizliğini yaparak kurtulabilirsiniz ama bu süreç çok yaman bir süreçtir ve artık sizin illuzyonist tiyatrolarınız bu sürecin keskinleştirdiği çelişkileri törpüleyemez bile!

Hep "tarihe not düşüyoruz" der dururdum, tarihin hızlı aktığı zamanlarda tarih çok yakına geliyor; ve işte geldi, üç beş yıl önce hakkınızda verdiğimiz ve tarihin sayfalarına kaydettiğimiz hükümler bir bir gerçekleşiyor; Çünkü tarih yakına gelmiştir; sayfaları akıl taşıyanların avuçlarındadır; üstelik bu daha iyi günleriniz;bu halk sizi tükürükle püskürtürse şaşırmayın! Dün yumurta sarılarının "zulmü"ne karşı "faşizm" diye bağırıyordunuz, bakalım o zaman ne diyerek feryat edeceksiniz!

Şunlara bakın hele mercimek tanesi kadar ufkunuz kalmamış; daha doğrusu herkesi bu ufukta görüyor bol keseden atıyorsunuz; "AKP orduya yanaşıyor" muş! Gülemiyorum bile! Korkularınız telaşınızda vücut bulmuş gibi, birbirinizin imzalarınıza sarılıyorsunuz!

Bu kadardı, bundan sonrası, yeni restorasyonlar ile emekçi halkın hoop dedik çıkışlarının karşı karşıya geldiği zamanların ifadesi olacaktır ve bu eksende sizin yeriniz belli olmuştur ve öteden beri "yeni-mürteci" diyorduk, işte kanıtladınız, dediklerimizi doğruladınız.

Hep beraber dökülmeye başladınız ve artık başka yükselen dalga da bulamayacaksınız; içine girecek yükselen dalga ararken, kaybettiğiniz yükselen dalga ile bulmayı ümit ettiğiniz yükselen dalga arasındaki çukura düşmeyesiniz sakın!

Ben notlarımı düştüm, hadi size uğurlar ola!

Fikret Uzun

25 Ocak 2014-Gerçekler dünyası

KÜRT HALKININ KADERİ ABDNİN Mİ ÖCALANIN MI YOKSA KENDİSİNİN Mİ ELİNDEDİR



KÜRT HALKININ KADERİ ABDNİN Mİ ÖCALANIN MI YOKSA KENDİSİNİN Mİ ELİNDEDİR
Turgut arkadaşım,
Naçizane, müdahale ediyorum, yanlış anlama dediklerine sözüm yok, tam tersine diline sağlık, aklına sağlık, ancak nafile çabadır, ben de bu nafile çabanın içinde idim ve nafile olduğunu gördüm; BORGA, bir “umut yok” vakasıdır, ancak halinden pek memnundur ve nerdeyse zil takıp oynar haldedir; ne desek boştur demek istiyorum;  daha doğrusu ne dediysem boş sayıldı, boşuna oldu demek istiyorum; amma ve lakin bu, BORGA kardeşimiz için geçerlidir ve tarihe not düşmek hâlâ geçerlidir; düşüyorum ve düşüyoruz; düşelim demek istiyorum!
Bu gün ve uzun zamandır, “12 Eylül rejiminin çürümüş, kokuşmuş, her tarafından pislik akan bir karanlık diktatörlük” olduğunu söyledik, söylüyoruz; ”bunu görmemek için kör olmak, duymamak için sağır olmak gerekir “ dedik, diyoruz; ve dahi ki burası daha da vahim, “görmemeyi, duymamayı poltika sayanların, pabuç gibi dilleri olduğunu” gösterdik, gösteriyoruz!
Hâlâ görmüyorlar, duymuyolar ve pabuç gibi dilleri ile karanlığın vaizliğini yapıyorlar!
“Geldiler geldiler 12 Eylül rejiminin şeriata dayalı faşist diktatörlüğünün karanlığına girdiler ve çıkmak bilmiyorlar” diyoruz, Kürt düşmanı oluyoruz!
“Türkiye’nin zenginleri ile birlikte Türk-Kürt emekçilerini katmerli sömürmek isteyen , yani bu kokuşmuş, bitmiş, her tarafından pislik akan dinci-gerici-faşist diktatörlüğün  zenginleri ile iş tutan, iş tutmak için can atan Kuzey Irak’taki Kürt liderleri dahil, Kürt zenginlerini sırf Kürt oldukları için sevmemizi beklemeyin” diyoruz ve “Türkiye’nin egemen sınıflarına nasıl bakıyorsak, onlara da öyle bakıyoruz” diye ekliyoruz, yine Kürt düşmanı oluyoruz!
“Kürtler, UKKTH’ndan çoktan vazgeçti “diyoruz ve aynı anlama gelmek üzere “ Demokratik Cumhuriyet diyorlardı, demokratik özerklik demeye başladılar” diyoruz, gene Kürt düşmanı oluyoruz!
“Bütün kötülüklerin önüne ‘demokratik’ eki koyunca kötülüklerin melek olacağını vaaz ediyorsunuz” diyoruz gene Kürt düşmanı oluyoruz!
“Öcalan, dün mahkûm ettiği ne tür düşünce varsa, hepsini bir bir üzerimize fırlatıyor” diyoruz, bu kez de Öcalan düşmanı oluyoruz!
“Her gün, bir gün önce dediklerini yalanlıyorlar veya tam tersini söylüyorlar” bunu gösteriyoruz, gene Kürt düşmanı oluyoruz!
“Kürt halkının kaderini, Kürtler, tıpkı yüksek Kemalist kadroların , bu çürümüş, kokuşmuş, bitmiş tekeller düzeninin yönetimini, sırf sosyalizmi ebediyen önlemek için gerici-dinci akımlara teslim ettikleri gibi , ABD emperyalizmine ve altın tepside sunmayı Kürt kurtuluşu diye yutturuyorlar “ diyoruz, bu kez de halk düşmanı oluyoruz!
Ne kadar ‘yetmez ama evet’çi varsa, vurgun yemiş sosyalist müsveddesi varsa, ne kadar sol gömlekli devşirme, dejenere olmuş kapitalist yolcu varsa, ne kadar AKP ye rağmen AKİST’lik yapan, sonra da kandırıldık diye ağlayan sahtekâr varsa ki, daha önce “bebek katili” diyorlardı, demedikleri zaman “CIA ajanı” diyorlardı, o da olmazsa “MİT emrinde” diyorlardı, şimdi “biz demedik, ulusalcılar dedi” diyorlar ve hepsi “Önder Öcalan” diye tempo tutmakta, oysa fetişleştirdikleri ve Türkiye’nin emekçilerinin mutsuzluğu pahasına, hatta her ne pahasına olursa olsun, emperyalist çıkarlara endekslenmiş bir “kurtuluş” için anlaşmayacakları kötülük olmayan , “ulusalcı” diye küfrettikleri ulusalcılarla bile anlaşmaktan geri durmayacak bu sahtekârların topu birden şimdi Kürtlere özgürlük deyyu ağlamakta ama bir devrimci temizliği şart diye eklemeyi ihmal etmemektedirler ve bu Öcalanistler, hep birden HDP li oldular, “hepimiz HDP” liyiz diyorlar!
Bunları söylüyoruz “hadi oradan Kürt düşmanı” diyorlar, onu demedikleri zaman “Önderimize dil uzatma” yollu kükrüyorlar!
“Oysa metropollerde devrimci oy, sol oy avına çıkan bu HDP’nin, Kürt halkını devrimcisizleştirmek için bin dereden su getiren BDP’nin ikiz kardeşidir, hatta klonlanmış halidir “ diyoruz utanmasalar, bunun için bir de anti-komünist diyecekler.
“Gerici Kürtler ile gerici Türklerin, Türk ilericileri ile Kürt ilericilerinin birliğine karşı , ABD emperyalizminin “dost”luğunun kanatlarında savaşa hazırlanmalarına sosyalistlerin seyirci kalmayacağını” söylüyoruz, mücadele kaçkını oluyoruz!
Çoktan vazgeçmiş olmasalar, yasalar yoluyla tepeden verilen bir kültürel-ulusal özerkliğe fit olmasalar bir de Kürtlerin kaderlerini tayin hakkına karşı olduğumuz yaftasını da asacaklardı ama artık asamıyorlar.
….
Velhasıl Turgut arkadaş, Kürtler, bir gün gelir, istediklerini alabilirler, bu kokuşmuş coğrafyanın emekçi halklarına, ezilen ve sömürülen kitlelerine, Türkiye’nin ilericileri ve diğer parçalardaki ilericilerle birlik içindeki mücadelesiyle mutluluk vererek, mutluluk almaları mümkünken, mutsuzluk vererek mutluluk almayı seçerek, bu kokuşmuş, çürümüş, bitmiş, pislik akan coğrafyada, bu kokuşmuşluğun müsebibibi ve koruyucuları ile birlikte de yaşabilirler; bunu kaderlerinin tayini olarak da belleyebilirler !
Ancak, bir tek Kürt mücadele etmese bile, bu toprakların sosyalistleri, devrimci-demokratları, bu pisliği temizleyinceye kadar, bu zulmü ortadan kaldırıncaya kadar mücadele edeceklerdir!
Bu, bu toprakların sosyalistlerinin, devrimci-demokratlarının Türk halkına, Türk emekçilerine borcudur; bu, sosyalistlerin, devrimci-demokratların Kürt halkına, Kürt emekçilerine sözüdür!
Asıl şovenizm, Kürt halkının devrimci bir sıçrayışla, bir kez daha öne çıkmayacağını, çıkamayacağını düşünmektir; buradan hareketle “dost”luğu ABD emperyalizminde, onun işbirlikçilerinde aramak Kürt halkına inanmamak, güvenmemektir; bunun kaçınılmaz sonucu, güvenmedikleri bu halkın kaderini ABD emperyalizminin çıkarlarına hediye etmektir!
Öyleyse “kurtuluş” Kürt halkına düşmüyor, ”kurtuluş” veya “özgürlük”, Kürt egemenlerinin kurtuluşu, Kürt halkını sömürme özgürlüğüdür! Ancak altında kalacaklardır; bir kez geldikleri yerden Kürt halkı inip, hiçbir karanlığa, vücut bulmuş hiçbir zulüm kuyusuna düşmeyeceklerdir!
12 Eylül faşist rejimi, en çok Kürt halkını ezdi,12 Eylül rejimi vücut bulmuş zulüm demektir; bu vücut, zalimliği hâlâ elden bırakmamıştır; ancak mitleştirilen bir Öcalan önderliğinde, Kürt halkı bu vücut bulmuş zulüme biat ettirilmek istenmektedir!
Bu nedenle, bu dediklerime hem kör ve hem de sağır olmaları amma ve lakin bu sözler nedeniyle yafta yarışına girmek için dillerinin pabuç gibi olması şaşırtıcı değildir ve buna şaşırmak da, bunu değiştirmek de nafile çabadır; ancak tarihe not düşmek bu nafile çabanın içinde değildir; nafile çabalardan vazgeçip, tarihin sayfalarını aydınlatmak üzere not düşmek gerek şarttır. Gerçeklere sahip çıkanlar ancak böyle tribünlerden aşağı inebilir! İnmezlerse sonraki kuşaklar tüm bu olan biteni kendi gözleri ile görüp hükmünü verirler!
Evet, bir not daha düşüyorum ve düştüm!
SAYGIYLA VE SEVGİYLE KAL
Fikret Uzun
24-Ocak-2014
Braye mın BORGA

Adamın birisinin, adamın başka birisinden yılan hikâyesine dönen bir alacağı varmış; bu alacak verecek sorununu çözmek üzere sık sık bir araya gelip konuşurlarmış; alacaklı adamın birisi, umut bu ya, her toplantıda alacağını tahisil edecek diye umutlanırmış, hatta şunu alırım, şuna borcumu öderim yollu plan bile yaparmış, adamın başka birisi uyanık, her bir araya geldiklerinde, aynı tarz hikâyeler anlatır dururmuş, sabırla dinleyen adamın birisi, her hikâyeden sonra, iyi güzelde benim alacağım ne olacak diye sorarmış! Gel zaman git zaman, bir sürü hikâyeden sonra ve “alacağım ne olacak “ sorusu sorulduktan sonra, adamın başka birisi, umutla alacağını bekleyen adamın birisine, “hâlâ anlamadın mı, borcumu hikayelerle ödedim, yani sana borcum kalmadı” demiş!
Hikaye de burada bitmiş!
Rivayet bu, ama senin durumuna uyuyor; sen de diyorsun ki ve bunu hikayelerle anlatıyorsun ki, “ben hem sağırım, hem körüm, işime geleni duyarım, işime gelmeyene, duymak istemediğimi ifade eden hikayeler anlatırım ve bu konuda da üstüme yoktur; çünkü ben gerçeklerin arenasında oynamam!”
Hepsi budur ve ben Turgut_fatsa ‘ya tam da bunu anlattım, yani nafile çaba dedim ki artık herhalde o da görmüştür!
Ancak bu rivayet, Öcalan’a da uyuyor, hem de daha çok; Öcalan, bir dolu hikaye anlatıyor ve Kürt halkı hep aynı soruyu soruyor iyi de hani “ulusal kurtuluşumuz? ” Ya da “daha önce böyle demiyordun, nerden çıktı bu modernite “ diyorlar. Yani hep aynı hikaye hep aynı soru; ne olacak bizim alacak?
Yani Kürt memet hâlâ mı nöbete!
Şimdi sen dediğimi beğenmiyorsun, neden? Ortam dinlemelerinde de böyle oluyor, kodlanmış sözcükler devreye girdi mi, bant çalışıyor ve pür dikkat hafızaya alıyor; senin ki de o ,”Kürt egemenleri” bu kod sözcüklerden, emperyalizm de, özellikle ABD emperyalizmi de aynı türden ve hemen hikayen hazır:
Daha önce sormuşsun “gık” çıkmamış! Eğer iş bu ise, senin “gık” konusunda borcun hiç bitmez; zaten hikayelerin “gık” larına örtüdür!
Peki, “gık “çıksa ne olacak? Hikâyen hazır ve daha önce çıkartılan “gık”ların karşılığıdır; ama daha çok “gık” çıkaramadığın zaman ortaya fırlattığın hikayelerdendir!
“ABD dediğiniz devlet 15 trilyon doları aşkın kredi kullanıyor.” muş! Eee ne yapalım ve biz kullanmıyor mu dedik? “Yani para satın alıyor.” Muş, alır, hatta aldığını satar, ne var bunda? Yani bunlar emperyalist olmadığını mı gösteriyor?
“TC 500 milyar dolarlık kredi içinde. Devlet borçlarının yarısı yani 25 trilyon doları ABD ve GB ye ait. Bu krediyi bunlara kim açıyor diye niçin sormuyormuşuz” Peki sorunca ne olacak, Kürt memet nöbetten kurtulacak mı, Öcalan “komün” sanrılarından kurtulacak mı, sen kör ve sağırı oynamaktan vaz geçecek misin?
“ABD ve GB devletleri, merkez bankalarını resmi olarak mali oligarşiye kaptırmış durumda” diyormuşsun ama bizim yine gıkımız çıkmıyormuş.
Bunlar hikayedir BORGA kardeş, işte bu yüzden, Kürt halkı hâlâ soruyor,”tamam da ne oldu bizim “ulusal kurtuluşa?”
BORGA bey, Borga bey, bunları televizyonlar, televizyonlar olmazsa internet, “mezen formasyon” ve “dezenformasyon” amaçları bir yana, bunu sürekli anlatıyor, hatta baydırıyor bile, banka kredi istermiş, FED basıp verirmiş, yüzde onunu rezerv edermiş, banka FED den aldığını satar mış, gene yüzde onu rezerv olurmuş vb.böyle sürüp gidermiş; ortada ne para var, ne kredi, her şey sanal, olmayan para ile borçlanma zinciri ve hatta bu konuda bir konut kredisi nedeniyle hacizi işte bu döngüye dayanarak, mahkeme yoluyla durduranlar olmuş vesaire…
Ama sen diyorsun ki bu hikaye ile; “ne egemeni, ne sınıfı ne, emperyalizmi, hiçbirinde yok hakikat payı? Hepsi bir serap ve tek gerçek ‘komün’ tek hakikat payı bin yıllık geleneğe bağlı “komün “de ve tek hakikat, ‘komün ile kurtulur insanlık!’ Şiarını Kürt halkına inandırmak; buna inanmayan, hatta ikircim gösteren bile hain oğlu haindir!”
İçimizi kan ağlatarak gülümsetiyorsunuz! Böyle mi olacaktı diyoruz! Sen gel gel, en dar ve en karanlık yere bile isteye gir! Girmek istemeyenlere hain de, Kürt düşmanı de!
Merak etme, Öcalan’ın “Modernite” takıntısı önümde inceliyorum, ne de olsa Kürt halkını belli bir yere getirmede emeği çoktur, haksızlık etmek istemem ve enine boyuna inceliyorum ki ah sizler de bizim dediklerimizi ve öncelikle de Marxist-Leninist teoriyi, böyle enine boyuna inceleseniz de ondan sonra yine enine boyuna eleştirseniz!
Evet, inceliyorum incelemesine de, Öcalan’ın dediklerinde henüz dünyayı kurtaracak, Kürt memetleri nöbetten kurtaracak, ağalarının, beylerinin, aşiret patronlarının hükümranlığından kurtaracak, Türkiye’nin tekelleri ile iş tutmak isteyen, bu anlamda Türkiye’yi, bu 12 Eylül rejiminin faşist diktatörlüğünü cennet gören ve daha çok zenginleşip, bu cenneti, Türkiye’nin tekelleri ile birlikte yaşamak isteyen Kürt burjuvazisinin heveslerini kursağında bıraktıracak bir kelam göremedim; aksine işi zamana yaymış ve yine Kürt memet, yine Kürt memet! Yani Kürtlere ulus olarak kurtulmak, ulus olarak gelişip serpilmek, fomasyonunu tamamlamak yok; bekleyecekler, ancak demokratik ulusun inşaatı tamamlanınca içine girecek bir damları olacak ve işte o zaman ulus olacaklar…
Neyse yakındır, yani otopsiyi yapar yapmaz, çıkan sonucu aktarmam yakındır diyorum ama sana değil BORGA bey; sen en baştan uzağında duracağını cümle aleme gösterdin, bu nedenle göstereceklerim tarihe nottur ve akıl taşıyanlara ve kendi aklı ile düşünenleredir! Çünkü ancak onlar düşünmeyi hâlâ unutmamışlardır; ancak onlar “inanıyorum, öyleyse doğru söylüyordur!” dogmasına teslim olmamışlardır?
Yanlış mıyım, olabilir, bunu göze alıyorum ve bu nedenle ifadelerimde ne ikircim var ne de tasarrufa gidiyorum, dobra dobra aklımla gördüklerimi yine aklımla süzgeçten geçirip akıl taşıyanların eleştirisine sunuyorum; ama ne eleştireni, ne de dediklerime inanmayanı, sessiz kalanı hain olmakla suçluyorum; ve henüz pek bir eleştiri aldığım olmamıştır, sadece “yanlışsın”, “Kürt düşmanlığını anlatıyorsun” türü yaklaşımlarla eleştirmiş olunmuyor!
Ve Borga Bey kardeşim, sadece takıldığın ve üzerinden destanımsı hikayeler anlattığın ifadeler yok dediklerimde; başka dediklerim de var ve fazladır ama az bulmuş “keskis” yoldaşın, üzülmesin çoğaltıyorum, bunlara kör ve sağırsın; üşenme ve zaten burada ne için varsın ki, kolaylıkla irdelersin, bütün sorular ve iddialarım tane tanedir, bunlara da bir hikayen vardır herhalde; yoksa anlattığın bildik hikayeler, hepsine yeter diye mi düşündün?
Ve ben zaten sana anlatmadım, “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” da demiyorum; doğrudan orta yere fırlattım ifadelerimi ve Turgut arkadaş’a mesajım bellidir ve ısrarcı da değilim; aklının benden daha iyi çalıştığına eminim; hassasiyetinin de benden fazla olduğuna inanıyorum; bu muhakkak, ancak deneyimim var ve paylaşmak istedim, dürüst, samimi ve gerçekçi insanlara Kürt halkının da, Türk halkının da ihtiyacı var!
Devrimcilik de nedir ki zaten, en geri işçiye devrimciliği aşılamak, en azından bunun için çalışmak değilse nedir? Yoksa tersi midir;” ne haliniz varsa görün” mü demeliyiz? Bak şöyle etrafına, işçi sınıfı, emekçiler, Kürt halkı devrimci oldu da biz mi göremiyoruz? Son 30 yıldır Türk emekçileri, son 10-15 yıldır Kürt emekçi halkı, durmaksızın devrimcisizleştiriliyor; ama sen ve türevlerin görmezsiniz, görmek istemezsiniz demek istiyorum; kıyametleri koparmıştın, hem de cenaze merasimlerine gelmeyeni nerede ise hain ilan ediyordun; ölçün bu idi; mafya rajonunu hatırlatıyordun, vur ve cenazesine git, çiçek bırak, üzerine alınma, kastım sen değilsin ve ol zaman her taşın altında azmettireni aradınız, ve taşların üstüne bakmak aklınıza bile gelmedi, bulamayınca “Ergenekon yapmıştır” dediniz! Sizi yalanlayan oldu gene utanmadınız; “bunun bir devrimci renkleri budama operasyonu olduğunu söyledik oralı bile olmadınız! “Tesevde raporu var raportör Osman Cengiz Çandardır” dedik; Amerika, devrimci renkleri budanmış, gerici, itaatkar bir Kürt devleti heves ediyor dedik gene oralı olmadınız! “Manda”ya benzettik, gülerek ağaçlarda manda aradınız! Şimdi “kumpas” diyorlar, “paralel devlet” diyorlar, “cemaat yaptı” diyorlar, hepsini duyuyor ve görüyorsunuz hatta pek seviniyorsunuz; hani siz kör ve sağırdınız? Ama birliktedirler,11 yıldır birlikte bu milletin tepesine bindiler, paralel devlet de derin devlet de devlettir dedik oralı olmadınız ama kör ve sağır oldunuz! Hem de devlet’e en çok veryansın ettiğiniz bir zaman da ,“allah devletimize zeval vermesin, Kürtlerin özgürlüğü o olmazsa olmaz “ diyerek paçasına yapıştınız ve Kürt halkına da şarkısını öğretmeye çalışıyorsunuz!
Devlet süreklilik arzeder, ediyor,12 Eylül rejimi,30 yıldır sürekli olarak kendini yeniliyor; bu topraklara boylu boyunca yerleşiyor ve önceki kadrolarını ve bu kadroların sürdürdüğü ideoloji ve politikayı bile dümdüz etti, ettirdi demek istiyorum; kendini başka kadrolar ve başka ideoloji ve politikalarla sürdürüyor ve aslında sürdüremiyor; sürdüremediği için sürekli reankarne oluyor; ama rejim aynıdır, tekellerin, büyük büyük zenginlerin ölçü bilmez düzeni ve amaç da aynıdır; Kürt coğrafyasında ve parçalarında Amerikan rüyasını süsleyecek, devrimcisiz, gericisi bol, dincisi baş tacı, Amerika ve İsrail hegemonyasında dünya çapındaki emperyal sacayağının birini oluşturmak ve bu bölgeden sosyalizmin ahırını bile tarihe gömmek, Türkiye’nin bütün işçi ve emekçilerini ümmileştirmek, böylece ortaçağı aratmayan bir cahiliye devrini hortlatmak; adı BOP, parolası Osmanizm olan, bütün yapıları, sanayii dahil, düzlenen bir ortaçağ cumhuriyetine ulaşmak!
Ama olmuyor işte; ne Kürt halkı ne de Türk halkı, bunu istemiyor ve geçit vermeyeceklerinin işaretlerini veriyorlar; ABD bile gördü, siz görmem de görmem diyorsunuz! Daha önce Öcalan da bizimle birlikte söylüyordu, biz hâlâ söylüyoruz ve artmıştır, çürümüşlükten, kokuşmuşluktan söz ediyorum, ve bu çürümüş, kokuşmuş coğrafyada bu çürümenin ve kokuşmanın bekçileri ile iş tutmak isteyenlerin hükümranlığını “demokratik modernite” adıyla Kürt halkına dayatıyorsunuz ve bu dayatmaya Kürt halkı pabuç bırakmıyor ki, telaşınız diz boyu; çünkü rüzgar dönmüştür ve telaşınıza telaşınıza esiyor! Hey Öcalan diyorlar, bizi sen yükselen halk statüsüne getirdin; biz bu statüyü sevdik ve benimsedik, artık aşağı indiremezsin diyorlar; en büyük statü budur diyorlar! Doğru söylüyorlar, ve açılım paketinizi apaçık açın bakalım kim doğru söylüyor?
Demokratik modernite” imiş, gülemiyorum!
Dolayısıyla her yerde çuvallıyorsunuz ki içinizdeki kavganın da dışa yansıması pek yakındır!
Herşey ortada ama yine de daha fazla açıklık göz çıkarmaz diyoruz. Bu nedenle gene uzatıyoruz ve dediklerimizin daha önce demediklerimiz olmadığını biliyoruz amma ve lakin körlük ve sağırlığın poltika olduğu ama dillerin pabuç gibi olduğu bir zamanda tekrar etmek gerçeklerin üzerindeki örtüleri büsbütün kaldırmak demektir, bunu yapıyoruz ve örtüleri kimlerin tuttuğunu, kimlerin söküp attığını gelecek kuşaklar görsün istiyoruz! BORGA görmek istemiyormuş, göstermemek için kör ve sağır oluyor muş, kimin umurunda! Biz görüyor ve gösteriyoruz ya işte bu yeter, yetiyor!
Yazdıklarım bir anlamda ansiklopedik bilgidir, teorisi de boldur; ne var ki, birbirleri ile kanlı bıçaklı olmasalar da, eleştirilerinin şiddeti az buz olmayan kişilerin dediklerimle dedikleri çakışanların bile, dediklerime uzak kalmak için, kör ve sağır olmasalar bile, kayıtsız kalmaları da manidardır ve bu da bir tarih notudur, gelecek kuşaklara hediye ediyorum!
İnceliyorum demiştim, evet inceliyorum, aslında otopsi yapıyorum, hep yaparım ve bitirince enine boyuna sonucunu aktaracağım, kuşkun olmasın; ama bu mektubu yazarken, bir taraftan da göz gezdiriyorum ve gözüme çarpanlar var, bir kaçını paylaşmak istiyorum!
Öcalan,“Kapitalist modernitenin fethini mümkün kılan bilimi, felsefeyi, sanatı, ideolojiyi ve ekonomik üretimi aşan yeni bir bilim, felsefe, sanat, ideoloji ve ekonomik üretim bu çıkışın başarısını tayin edecektir. Bu ise yeni bir modernite anlamına gelmektedir.”diyor.
Bu ne demek? Apaçık ortada, moderniteden vazgeçmiyor, modernitenin kapitalist olanını aşarak yenisini inşa ediyor, yani, modernite lazım ama kapitalist olmasın, öyle mi değil mi?
“Öncelikle demokratik modernitenin reel sosyalist eleştirisi doğru anlaşılmalıdır. Bu eleştiri ne sosyalizmin reddi ne de dogmatik kabulüdür.” Diyor.
Bu ne demek, tam bir bilmece, demokratik modernitenin Reel(yaşayan) sosyalizm açısından eleştirisi mi, yoksa reel sosyalizmin penceresinden, demokratik modernite ile reel sosyalizmin karşılaştırılması mı?
Buna Keskis beyefendi cevap versin, biraz çorbada tuzu olur! Ama chat yapmıyoruz, hiç olmazsa birkaç eli ayağı düzgün, kendine ait ifadesini görelim!
Peki devam edelim,
“Demokratik modernite sadece geleceğe ilişkin bir ütopya değildir.” diyor; bu ne demek? “Değildir” demiyor, ”salt” bu değildir diyor; bu var, yani geleceğe ilişkin ütopya yanı var ama sadece bu değil diyor!
Daha ne? Diyoruz ama dahası da var devam ediyoruz;
“Ayağı daha çok binlerce yıllık kültürel geleneğe dayalıdır. Ayağını geleneğe dayamayan demokratik moderniteden bahsedilemez. “ diyor; ve ekliyor,“Bu kültürün güncel gerçeği, var olan toplumudur.”
Binlerce yıllık kültürel geleneğinin ki modernite etrafında döndürüyor, bu var olan, hali hazırda yaşayan toplumunun güncel gerçeği olduğunu söylüyor.
Demek ki boşa konuşmuyoruz, ama size boşunadır, bunu biliyoruz, Öcalan’ın ütopyasında bir aşiret komünü var ki bu, tarihi geri çekmektir ve gericilikten başka bir şey değildir! Kürt toplumunu ileriye götüreceğine, geriye çekmenin edebiyatını yapıyor!
Ve Öcalan da bunu söylüyor, aynı yerde devam eden ifadesi şöyle: “Toplumsal gelenek demokratik modernitenin tarihsel gerçekliğidir.”
İşte bu ve dahası var! Yakında, diyorum ve burada bitiriyorum!
Bitirmeden, hangi dünyada yaşıyorsun diye sordun ya, cevap veriyorum, çok basit, gerçekler dünyasındayım, çok şükür illüzyonda hiç olmadım,ya siz!
Fikret Uzun
24 Ocak 2014