10 Eylül 2013 Salı

KÜRT AKTİVİSTLERİN FETİŞİZME BOYUN EĞİŞİ

KÜRT AKTİVİSTLERİN FETİŞİZME BOYUN EĞİŞİ

Kürt aktivistliğine, fetiş bir yaklaşımla balıklama dalanların, Kürt meselesini, “tek yol kapitalizm” yaklaşımının çözeceğini, en azından kapitalizme müdahale edilmemesini vaaz etmeleri tesadüf değildir; bunun, kaçınılmazlıkla Kürt meselesinin çözümünü kapitalizmin ve daha çok da “en güçlü” emperyalist devletin insafına terk etmeyi getirmiş olması bir yana, emperyalizmin post modern ideolojik yaklaşımının içinde olduğu net olarak görülmektedir!

Bu nedenle de, yer yer, Kapitalizmi abartan bir Marxizmi yererlerken, aynı zamanda ve yine yer yer, kapitalizmi doğduğu zamanda dondurarak, ilerleme motorlu gelişme dinamiğine vurgu yaparak, bunu, vaazlarının kabul edilirliğini göstermede kanıt olarak kullanmaktadırlar; iki yüzlü yanları bir yana, bu tam bir paradokstur ve bunu aşmak için de,”biz M-L değiliz, ama M-L kırmızı çizgimizdir, bundan geriye gitmeyiz” yollu demagoji yapmaktadırlar!

Bu gün tekelci düzenleri, kapitalizm saymak, isim ve tarif sorunu ayrıdır, kapitalizmden çıkamamak veya çıkmak istememekle özdeştir! Bu, Kürt aktivistlerin, tekelci düzene ve emperyalizme yaslanmalarında teorik olmasa da, pratik kolaylık sağlamaktadır!

Bu gün Marx’a yazılan, tarihin ilerleme motorlu gelişme çizgisi tahrip görmüştür ve bu gün tekellerin egemen olduğu bir zamandır! Şöyle ki ,ilkel toplumdan sonra , köleci toplum ve feodalizm,feodalizmden sonra kapitalizm ve bunu da sosyalizm izliyordu.;kaçınılmazdır ve bunu Marxistler bir demir yasa olarak öğrenmişlerdir.

Buradaki en önemli ders, sosyalizmin kuruluşunun kaçınılmaz olmasının, taraftarlarına dayanıklılık ve güven duygusu veriyor olması idi ama aynı zamanda da bu kaçınılmazlık nedeniyle herhangi bir müdahale ihtiyacı duyulmuyor olması idi; sosyalistlerin, uzun süre insan, ahlak ve kültür meselelerine eğilmelerinde, herhalde bu müdahalesizlik teoreminin etkisi olmuştur, ”kaçınılmaz olarak sosyalizm gelecek ve her şey değişecek “deniyordu! Demeyenleri ayırıyorum ve Lenin ile izleyenlerinin böyle söylemediğini biliyoruz!

Lenin’in soldan müdahalesi ile bu, önemli oranda teorik ve pratik anlamına ve en tam ifadesine önemli bir yakınlıkta kavuşmuş olsa da, kaçınılmazlığa aşırı güven ile tam “komünist aşamanın eşiğindeki bir sosyalist aşamadayız” derken, eşiğin gerisinin de gerisine dönüverdik ve üzerimize kapitalizm yağdı ki, tekellerin düzenine çoktan geçmiştik ve şimdi tarihin ilerleme motorlu gelişme çizgisini, en çok tahrip olduğu bir zamanda, pek sever olduk; Bu, “kapitalizmde hala iş var ve Kürt meselesi, kapitalizmin meselesidir ve de ancak kapitalizmde çözülebilir “ (ki bu, Kürt meselesinin, tekelci düzenin adı olan 12 Eylül rejiminin dine dayalı faşist ortaçağ düzenine teslim olarak veya en azından karanlığı ile senkronize olarak çözülebilir demek ile aynı anlamdadır) demenin Kürtçe tarifi olsa gerektir!

Ancak bir şeyi unutmak politikaları olmuştu; bu teori, ilerleme motorlu gelişme teorisi, yapısalcılığa dayanıyordu; kaçınılmazlığının dayanağı burasıdır ve bu bir yoldur, bu yoldan çıkmak zordur! Ama mutlak değildir! Bunu, ABD-AB emperyalizminin denediğini ve post-modern ideolojisi ile modernitenin bütün yapı ve kurumlarına saldırdığını, başka ifadeyle kendi legalitesini reddettiğini biliyor ve görüyoruz!

Dolayısıyla hem doğrusal ilerleme çizgisinin önünde eğilmek ve hem de doğrusal ilerleme çizgisinin tahribatının yanında yer almak, Kürt aktivistlerin emperyalist-kapitalist kampta yerini almasında bir perde işlevi görüyordu! Dolayısıyla Strüktüralizmi red ile ona cenk açmak veya modernizme reddiye ile post-modernizme methiye düzmek, tarihin ilerleme çizgisini bahane ederek, tekelci düzende ilerleme görmenin, aynı anlama gelmek üzere emperyalizmde “dost”luk görmenin mantıksal ucu oluyordu!

Oysa tam tersidir, strüktüralizm, aynı anlamda kullanabiliriz, modernizm de, tarihin ilerleme çizgisinin üzerinde bir yerde iken, tekelci düzenler, emperyalizm, tarihin ilerleme çizgisinin tahrip edilmesidir ki bu, tarihin bu ilerleme çubuğunun tersine bükülmesi anlamındadır ve bükümün ucunun ortaçağdan başka bir yere dönük olduğunu göremiyoruz! Kendi yasallığını reddeden bir düzenin ilerlediğini söyleyemeyiz!

Artık ve uzun zamandır, emperyalizm, tekelci düzenler, sürekli diktatörlük peşindedir ki, sürekli dinselleşme ile aynı yerdedir! “Demokrasi” lafızları ise, bu diktatörlük olgusunu hem örtmenin ve hem de aradaki (demokrasi ile diktatörlük arasındaki ) mesafeyi kısaltmanın edebiyatıdır; bu da,”demokrasi” ile diktatörlüğü üst üste getirmektedir! Bu ise madalyonun iki tarafının da diktatorya olduğunun ama “demokrasi” şalı ile örtülü olduğunun ifadesidir! Ortaçağ kervanının başka türlü dizilmesi herhalde mümkün olamazdı! Diktatörlük her gün dozu arttırılarak konuşlanmalı ama hissedilmemeli idi; demokrasi olmamalı ama sürekli olarak genişleyen bir “demokrasi” illuzyonunda kendinden geçilmeli idi!

İşte bu nedenle Kürt aktivistler ki aktifliklerinin tarihin gerisine doğru bir sıçrama yaratma eğilimi olduğu şimdilerde çok net görülmektedir,gericilik ile ilericiliği yer değiştirmekte amma ve lakin bunun farkında değilmiş gibi davranmaktadırlar; öyle ki, Marxist olmayan ve olmadıklarının da ısrarla altını çizen ama Marx’ın “doğrusal ilerleme çizgisi” teorisi önünde eğilmeyi aktivistliklerinin temel politikası sayanlar, işaretleri hızla netleşiyor olan ve artık önemli oranda kabul edilirlik sağlayan,“ortaçağ restorasyonu” hipotezi karşısında, Marxistlere Marxistlik öğretmeyi ihmal etmezlerken, kapitalistlerin,dinsel baskılı bir ortaçağ düzeni istemelerini düşünmelerinin kesinkes mümkün olmadığını vaaz etmektedirler ki bunu düşünmek, onlara göre, Marxizme aykırıdır ve öyleyse buna inanmak Marxizmden caymak demektir!

İşte paradoks budur ve Marxist olmayan veya olduktan sonra cayan bu baylar, Marxizmden caymayı mahkûm etmektedirler; “caymak olmaz” demektedirler!

Marxist olmadıkları ile övünen bu aktivist baylar, kapitalistleri, hem de kapitalist moderniteye şimdilerde saldırıyor olsalar bile ve üstelik tekellerin egemen olduğu bir düzende, dinselliğin değil, akılcılığın öncüsü görmekte iken, dar Marxizmin içine girdiklerinin farkında değillerdir! Farkında olsalardı, kapitalistlerin, Fransa’da dahi, hem de henüz tekelci düzene çok uzak oldukları bir zamandan bu yana, dinsellik olmadan yönetemeyecek olduklarını anladıklarını hatırlarlardı!

Marx’ın genç zamanında, daha sonraki Marxist terminolojiye giren ifade ile “burjuva-demokratik” olan Fransız Devrimi’nin esintilerinin etkilerini görmek zor değildir; bunun Marx’ta bir demokratik çarpıklık yarattığını düşünen ve söyleyenler olabilir ve belki haklıdırlar da, ancak bu, Marx’ın demokrasinin bilimsel niteliğini saptamış olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor; bu ise ancak ve ancak Marx’a soldan ve içinde kalarak müdahale edilirse görülebilecek bir netliktir!

Marx, demokrasinin bir devlet biçimi olduğunu açıklıkla yazıyordu; bu ise ister “saf”, isterse “burjuva” demokrasisi olsun, ikisini de diktatörlükle aynı kategori içine sokmak demektir; daha özcesi, diktatörlük ile demokrasi arasında bir nitelik değil, nicelik farkı vardır!

Öyleyse bu Kürt aktivisti bayların demokrasi vurgularındaki kerameti anlıyoruz ve kendilerinin anlamadıkları açıktır ve de daha önemlisi, sosyalistlere “demokrat” lığı kabul ettirmeye çalışmalarındaki inadın kerametini de anlıyoruz; ancak, bu aktivist baylar, anlamıyorlar ki sosyalistlerin “demokrat”lığı kabul etmesi inançlarından vazgeçmesi demektir.

Demokratizm ile sosyalizmin, toplumsal ve devrimcileştiren eylemliliğin, birbirini izleyen iki aşaması haline getirilmesi ise Marxizmin, Rusya’da Narodnik etiketli görkemli devrimci-demokrat eylemlilikle buluşması sonucudur! Sovyet sosyalizminin “demokratik” kategoriye gerilemesinin kökleri buradadır ve Sovyet sosyalizminin çöküşünü de, diğer temel etmenler bir yana, ağırlıklı olarak burada aramak gerekmektedir! Uzantısında Fransız sosyalistleri ile komünistlerinin “Ortak Programı” var ve çok önce iflas ettiğini çok net görebiliyoruz!

İflas, demokrasinin bilimsel niteliğinde de tahrifat yaratmış ve demokrasi, hiçbir alt yapısı veya kurumu olmayan süjelerin, kendi kültürlerinde ve kendi özgürlüklerinde mücadelelerine indirgenmiştir; başka ifadeyle bireylerin bir kültür mücadelesine indirgenmiştir.

İflasın öteki ucunda ise Türkiye’nin siyasal tarihinin ortaya koyduğu sonuç var; toplumun en “demokratik” olduğu zaman kesitleri, aynı zamanda iç savaş dönemleridir! İki zıt sınıfın yenişememesinin ifadesidir!

Bu gerçeklik ise, diktatörlüğün, özel mülkiyetten çıkan devlet zorunun doğrudan ve hızla uygulanması durumu olduğunu ve demokrasinin, aynı zorun uygulanmasında yavaşlık durumu olduğunu görmemizi sağlamaktadır! Bu da, burjuva siyaset düşüncesinin bile dayandığı, demokrasiyi bir kontroller sistemi ve karşılıklı checkler düzeni olarak kavramaya önemli açıklık sağlamaktadır; o kadar öyle ki, burjuva siyasal düşüncesinde bile, “büyük bir diktatoryal mekanizma” olarak tanımlanan “medya”,işte bu burjuva biliminin işaret ettiği checkler düzeninin etkisini ortadan kaldırmaya yöneliktir ve “medya”,böylece devletin iki durumundan biri olan diktatoryal konuşlanmayı,”demokratik” görünümle sürdürmeye olanak vermektedir!

Öyleyse bu aktivist Kürt baylar alınıp darılmasın ama “önder Öcalan”ın hem “demokratik”, hem “modern” ve hem de “ütopik” hezeyanlarının felsefi bir tonla ortaya dökülmesi, 12 Eylül rejiminin diktatoryal konuşlanışını ve Kürt sorununun çözümünün bu diktatoryal konuşlanışın karanlık dehlizlerinde boğulması girişimini örtme girişiminden başka bir şey değildir!

Yani Öcalan’ın bir süredir felsefi bir tonla önümüze koyduğu ve gönüllü aktivistleri ile birlikte kabul etmemizi dayattığı ,“demokratik” eki koymayı ihmal etmediği ve ilkel kökleri olan, tarih öncesi aşiret düzenine dayanan,”komün” ütopyası ile (tarihin mantığının uyuşmamasına bakmaksızın) dine dayalı faşist 12 Eylül rejiminin konuşlanmasının mantığı çerçevesinde egemenliğini pekiştiren Türkiye’nin tekelci düzenini “demokratikleştireceği” savlarının son derece havada olduğu, yere basmasının mümkün olmadığı apaçık görülmektedir!

İşte bu nedenle bu renk ve çizginin ilkelliği önünde sadakatle eğilenlerin ufkunun, ortaçağa dönüş hipotezine kapalı olması anlaşılır bir durumdur! Daha da vahimi, bu kapanmaya bilimsel bir ton verebilmek için, reddettikleri Marxist teoriye can simidi misli sarılmaları ve komiklik yapıp, Marxistleri,”yaptığınız Marxizmden caymaktır’ yollu azarlamaları, çaresizliklerinin zirvesi olmaktadır!

Bu kesinlikle Marxist olmamaya ant içmiş baylar, Marxizmi Marxistlere öğretmeye çalışana kadar, materyalist bakmayı ve diyalektik düşünmeyi öğrenmeye çalışırlarsa çok daha verimli bir iş yapmış olacaklardır ve belki ancak o zaman eğer gerçekten ortaçağa dönüş kervanı, Marxizmin dışındaki bir tarihsel çizginin konusu ise ve buna inanıyorlarsa, bunu en tam ifadesiyle ortaya koyabileceklerdir; aksi takdirde, çoktan reddettikleri Marxizme sarılmalarının, kapitalizmden vazgeçmediklerini ve buradan hareketle tekellerin düzeni olan 12 Eylülün din tabanlı faşist konuşlanışına teslim olduklarını, dolaysıyla ABD emperyalizminin post-modern YDD’ ne, bu anlamda ortaçağa dönüş kervanına gönüllü olarak katıldıklarını örtmeye çalışmalarının ve örtememe ihtimaline karşı, ilerici göstermeye çalışmalarının bahanesi olduğu gerçeğini kendileri de kabul etmek zorunda kalacaklardır; kendileri kabul etmeseler bile, tarihin mantığı, bu gerçeği boyunlarına öyle bir asacaktır ki, itiraz ettikçe, itiraflarını imzalamış olacaklardır!

Fikret Uzun

03-Eylül- 2013