19 Ocak 2012 Perşembe

TKP GİRİŞİMCİLERİ AKSİYON'A NEDEN MÜLAKAT VERİR

17 Ocak 2012 tarihli Yarınlar Dergisi,"Fetullah Gülen cemaatinin yayın organlarından biri olan haftalık Aksiyon Dergisi 16 Ocak 2012 tarihli 893. sayısında ilginç bir habere imza atarak sol içi bir tartışmada adeta saf tuttu." diye başlayan haberinde,

Yarınlar Dergisi, Aksiyon Dergisi’ndeki Erkan Acar imzalı En Hakiki TKP Kiminki? başlıklı haberden söz ediyor ve Aksiyonculara yani Fetullah Gülen tarikatına göre, söz konusu olan En hakiki TKP kim olduğunu şu sözlerle haber veriyor: "Ürün dergisinin de içinde bulunduğu Suphi’den Bilen’e Gelenek Yaşıyor Girişimi (SBGYG) tarafından önümüzdeki dönemde kurulması planlanan Türkiye Komünist Partisi coşkuyla karşılanıyor."

Aksiyon Dergisi’nden, aşağıdaki

“TKP isminin ulusalcılık ile yan yana gelmesinden rahatsız olan geleneksel TKP çevreleri kolları sıvadı. “Ürün” isimli dergi etrafında bir araya gelen sosyalistler, geleneksel ‘Türkiye Komünist Partisi’ni (TKP) yeniden kurmaya hazırlanıyor. Program ve tüzük çalışmaları tamamlanıp parti kurulursa ilginç bir durum ortaya çıkacak. Çünkü o zaman Türkiye’nin aynı adı taşıyan iki ayrı partisi olacak. Geleneksel TKP taraftarları, partilerinin isimlerinin 2001 yılında ayrı bir fraksiyon olan Sosyalist İktidar Partisi (SİP) çevresince ele geçirildiğini ileri sürüyor. Ve onlara göre bugünkü TKP’nin geleneksel TKP ile bir ilgisi yok.” şeklindeki alıntıyı aktaran Yarınlar Dergisi, haberine şöyle devam etmiş:

"...haberi okuduğunuzda Aksiyon neden SBGYG içinde yer almıyor diye düşünebilirsiniz. Sola, sol ve sosyalist değerlere küfretmeyi kendine iş edinmiş bir yayın grubu şimdi kurulması gündemdeki bir sosyalist partiyi neden davul ve zurnayla karşılar? Hatta polis ve yargı içindeki yoğun olduğu söylenen etkinliği ile bugün onlarca sosyalistin yok yere cezaevinde tutulduğu operasyonların arka planındaki bir cemaat şimdi neden organik bir bağının da bulunmadığı bir yapılanmaya koltuk çıkar?
Tüm bu soruların yanıtı basit. Özelde Aksiyon, genelde de Gülen cemaati politika yapıyor. Bunu yaparken dost düşman ayırıyor, düşman bellediklerini yıpratacak her türlü girişimi de destekliyor."

Yarınlar Dergisi, yeni TKP girişimcilerinin sözcüsü olan Onur Balcı'nın Aksiyon’a söylediklerine de yer vermiş ve "Gidip SBGYG sözcüsü Onur Balcı’ya mikrofon uzatıyor. SBGYG sözcüsü Aksiyon kadar politika yapabilse o mikrofonu uzatana iade etmeyi bilirdi ya, konuşuyor Balcı " diyerek eleştirdikten sonra Onur Balcı'nın dediklerini şöyle aktarıyor

“Sosyalist sol gelenek içinde yer alan herhangi birine mevcut partiyi sorduğunuzda, onların TKP’li değil, SİP’li olduğu cevabını alırsınız. Kendilerine TKP diyor ve yasal olarak bu isim kullanılıyorsa da sosyalist bünye onların bu ismini kabul etmemiştir. Pek çok sosyalist yapı bu parti mensuplarına hâlâ SİP’li diye hitap etmektedir.”

Bu aktarmayı da yaptıktan sonra, Yarınlar Dergisi, haberini şöyle bitiriyor:

"SİP’in TKP adını alması, buna hakkı olup olmadığı ve Ürün Dergisi’nin bu konudaki yıllar süren mücadelesi okuduğunuz bu haberin konusu değildir. Tüm bu tartışmalarda Ürün çevresi başından sonuna dek kendince haklı olabilir fakat bunlar Aksiyon sayfalarında tartışılacak konular değildir. Okuduğunuz haber sadece cemaatin tescilli dergisinin sol içindeki en küçük yarılmayı dahi kendi safını güçlendirmek adına nasıl kaşıdığı ve yine sol içindeki kesimlerin de maalesef bu işe nasıl alet olduklarını teşhir için yapıldı. Aksiyon'dan alarak bitirelim: 'Türkiye’de yaşanan değişimlerden herkes payını alırken bundan en çok etkilenen kesimlerden biri de sosyalistler oldu.' "

Yarınlar Dergisi’nin dedikleri kendini bağlar elbette ama bizim de, dediklerinin yerinde olduğunu söyleme hakkımızı kullanmamıza engel değildir herhalde bu.

Ancak bizim, ayrıca ekleyeceklerimiz var ve Yarınlar Dergisi’nin dediklerinden daha önemli olduğu kesindir.

Şöyle, öncelikle Ürüncüler de, diğer TKP öbekleri de, hatta bilumum TKP likidasyonun mağduru olan ve bunun Nabi Yağcı ve silah arkadaşları tarafından kotarılmış olduğundan hareket eden diğer TKP üyeleri de, istisnaları ayırıyorum, SİP-TKP ye karşı husumetlerini, hemen hemen salt isim hırsızlığı üzerinden göstermişler ve göstermeye devam ediyorlar. Ancak SİP-TKP den en belirgin ayrılık noktaları ve üstelik Irak'ın ABD tarafından işgali sırasında Ürüncüler BAAS partisinin tarafında yer alarak, ABD ye karşı anti-emperyalist bir tutum almış olmalarına rağmen ki, yerinde bulmuştuk, SİP-TKP nin tam millici olmasa da, yurtseverliği öne çıkartarak büründükleri rengin ulusalcı olması noktasında idi.

Oysa SİP-TKP, bu politikalarında olması gereken yerde iken, mücadele zemininde, yani politikalarının pratiğinde, yanlış yerde idi ve bundan uzaklaşmış değildir. Diğer yandan, SİP-TKP, büründüğü ulusalcı ton ile ki, nesnel olarak var olan yurtseverlik dinamiklerinin üzerine oturmasının ifadesinden başka bir şey değildir, izlediği düzen içi reformist politikalarını örtüleyebiliyordu ve şimdi, bu ulusalcı tondan da nasıl kurtulurumun hesabını yaparak iki arada bir derede olduğu görülmekte ve bunun sonunun tam reformist çizgiye kaymak olacağı da görülmektedir.

Böylece, Ürüncülerle aralarındaki fark, kıl kadar bir kalınlıktan ibaret olacaktır ki, bu düzenin, yani12 Eylül rejiminin, elbette yenisinin de, tam istediği ve öteden beri önünü açtığı bir "Komünist " parti modelidir.

Kuşkusuz dileğimiz ve beklentimiz bu değildir ama görünen köy kılavuz gerektirmiyor ve gördüklerimizi göstermenin sorumluluğumuz ve bu çerçevede hakkımız olduğunu düşünüyoruz. Yanlış görüyor isek, doğrusunu, SİP-TKPli ve Ürüncü arkadaşlarımızın ki, hem SİP-TKP deki, hem de Ürün çevresindeki arkadaşlarımızın hepsini bir tutmadığımız açıktır, ayrıca, Ürün dinamiğinin de, SİP-TKP dinamiğinin de örgütsel planda oldukça belirgin ve bütünü kaplayan benzerlikleri olduğunun da altını çizmeden geçemiyoruz. Bunu öteden beri şöyle resmettiğim ve tarif ettiğim bilinir ki, tekrarı yerindedir; Bu örgütlenme modelini, avuç içi ile dışından ibaret olan bir elin, içi başka, dışı başka bir dinamik şeklinde hareket etmesiyle ortaya çıkan hareketlenmeye benzetiyordum. Avucun içi silkindiği anda, avucun dışındakilerin, avucun içinin hareketine vakıf olamadığı ve buradaki hareket üzerinde herhangi bir etkisi söz konusu olamadığı için, hiçbir kıymeti harbiyeleri kalmamaktadır ve genellikle avuç dışının daha da dışına dökülmeleri söz konusu olmaktadır. Bu da, avucun içinde sürekli politika değişikliği, dışında ise kadro değişikliği demek idi. Anlaşılacağı üzere, kadro değişikliği, hep avucun dışında cereyan etmekte, içerde politikalar değişse de, kadro değişimi çok nadir ve genellikle avuç içinin izin verdiği ölçüde gerçekleşmektedir.

Böyle, sadece komünist partisi değil, sıradan bir kitle örgütü bile ilerleyemez. İlerlemesi aldatıcıdır ve tümüyle nesnel durumun, düzenin kurduğu ideolojik-politik hegemonya nedeniyle üzerinin örtülü olması ile bağlıdır. Dolayısıyla bu ilerleme, eninde sonunda düzenin öngördüğü sınırlardadır ve açık bıraktığı kapılara doğrudur.

Bunun böyle olduğu, daha TKPnin kendi eliyle kendini feshetmeden tasfiye edip, TİP ile ve çok fazla TİPlinin katılımının sağlanamadığı bir birleşme ile TBKP yi kurma girişimi sırasında belli olmuştu ve 12 Eylül rejimi faşist kimliğini, demokratik kimlikle değiştirebilmenin çaresini burada görmüştü. Bunu, o zamanki gazete sütunlarında yer alan, TKP kurmaylarının, özellikle de Nabi Yağcı’nın verdiği mülakatlarda görebiliriz

Hatırlanacaktır, ben sıklıkla Nabi Yağcı'nın ve ayrıca son olarak S.S.Önder'in, şu, Kürt meselesinde oynanan oyunlardaki gerici-dinci ve egemen güçle işbirliği şeklindeki rengi, sosyalist renkle değiştirebilme veya buna rağmen sosyalist renkleri de çekebilme çabasının ifadesi olarak Kürtlerin "sosyalist" milletvekili yapılması sırasında ve öncesinde de, ZAMAN gazetesine verdikleri mülakatlarda kime ve ne için konuştuklarını açıkladığımda, hem Nabi Yağcı'nın, hem de S.S.Önder'in müritlerinin hışmına uğramıştım ki, bu husumetleri hâlâ devam etmektedir, ama işaret ettikleri noktaya ki, daha sonra Halil Berktay pirimiz de aynı işareti vermiştir, sosyalistlerin mürteci olmaya çalışmasının en devrimci iş olduğu noktasına, kimse aldırış etmemişti ve hâlâ etmemektedirler.

İşte Ürüncülerin, SİP-TKP nin isim hırsızlığından muzdarip olduğu anlaşılan, başka da rahatsızlık dile getirmeyen TKP girişimcilerinin, Fetullah Gülen’in yayın organlarından, propaganda araçlarından olduğu belli olan Aksiyon Dergisi’ne verdikleri mülakatın da bu temelde ele alınmasında hiçbir sakınca ve hiçbir yanlış yoktur.

Doğruluğu nerededir, Ürüncülerin açıklayacağını ise, hiç sanmıyorum, açıklasalar bile bunu ancak bir politika olduğu yollu savunabilirler ki, bu politikanın daha çok Fetullah Gülen tarikatının politikalarına yarar sağlayacağını unutmuş olduklarını itiraf etmelerinden başka bir anlamı olmayacaktır. Çünkü bir komünist partisi girişiminin, hem politik, hem ideolojik ve hem de bilimsel olarak tam karşıt ve uzlaşmaz bir zeminde sorunlarının tartışılmasının karşılığını bulması mümkün değildir. Bulacağı umuluyorsa, bu, yukarda sözünü ettiğim kapıya çıkan bir ümidin ifadesidir.

Bununla birlikte, Nabi Yağcıların tayfasından olduğu anlaşılan ve çok çok övgü alan bu tür başka bir mülakatın, Kuşadası’nın kent meclisinin başkanı olduğunu bildiğimiz bir TKP artığı avukattan geldiğini ve bunun da Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından ve son seçimde YCHP den, siz AK-CHP den anlayabilirsiniz, milletvekili seçilmiş olan ve halen Ergenekon davasından tutuklu bulunan Mustafa Balbay'ın Ergenekon örgütü ile bağlantılı olarak gözetim altına alınıp, salıverilmesinden sonra yine AKSİYON Dergisi’ne verilen Balbay'ın bir TKP itirafçısı olarak lanetlenmesi ve hesap sorulmasının istenmesi yönündeki mülakatın oldukça öğretici olduğunu hatırlatmak istiyorum.

Bu mülakatların hepsinde bir senkronize dinamik, bir korelasyon yok ise, nedir bu AKSİYON merakı, bunu en safdillikle bile ele alsak, bu kadar tesadüf olacağına inanmak mümkün olabilir mi?

Eğer ortada bir emperyalist oyun ki, başrolde hep olduğu gibi, ABD vardır, var ise ve bu oyunun ana ekseni, Türkiye'nin de içinde olduğu bölgede ulus-devlet dinamiğini bozup, Ortadoğu ve Kafkasların haritada yer alan aynı miktardaki coğrafyasına, üniter yapısı olan ve görece de olsa bir bağımsızlığa, bir burjuva devlet egemenliğine sahip olan devletleri parçalayarak daha fazla devlet sığdırmaya ve parçalara ayırdığı halkları çifte kölelik içine hapsederek kendisine katmerli olarak bağlamaya bununla bağlı olarak da, Kürt ulusunun başka ve üniter yapısı olan devletlerdeki parçalarını birleştirmek suretiyle İsrail'e daha büyük bir devlet sağlamaya yönelik ise, burada anti-emperyalist mücadelenin uç vermesi ve yükselmesi gayet normal ve nesnel bir gelişme olarak karşımıza çıkar.

Bu mücadelenin içinde ve tepesinde ayrı, tabanında ayrı olarak çeşitli renklerin var olması da şaşılacak bir gelişme olmayacaktır. Dolayısıyla bu yelpazede komünistlerin olması da şaşılası bir durum değildir, mahkûm edilecek yanı ise hiç yoktur. Yeter ki, bu nesnelliğin, tarihsel ve nesnel olarak kitlelerin ve elbette onların bu nesnelliği görmeleri için fener tutacak olan bilinçli unsurların önüne koyduğu perspektiften uzaklaşılmasın, başka ifadeyle tarihin ilerleme çizgisindeki diyalektikten sapılmasın.

Bunun anlamı, antiemperyalist mücadele zemininde, mücadelenin ileri yönelmesine engel politikaların peşine takılmamak ama bu zemindeki güçlerden düşman yaratarak, asıl düşmanın adresini şaşırtmaya dolayısıyla asıl düşmanla mücadeleden uzaklaşarak, asıl düşmanın nesnel ve öznel olarak karşıtı olan güçler arasındaki bir mücadelenin içine hapsolmamak ve asıl düşmanın elini kuvvetlendirmemektir.

İşte politika budur ve bu, politika, bir savaş sanatıdır ki (Marxizm'in kurucuları bile, Lenin bile, bu çerçevede, bunu en tam ifadesiyle ortaya koyanın Clausevitz olduğununun hakkını teslim ederek, savaş ve politika konusunda onun yönermelerinden ayrı yaklaşım göstermemişlerdir), düşmanın iradesini teslim almak yanında, düşman yaratma ve bunun karşısında güç biriktirme, dolayısıyla düşmanı bölme sanatıdır.

Aksiyon'un yaptığı tam da budur, dün de bu idi ve başarısız olduğu söylenemez. Hem SİP-TKP ile Ürüncülerin nezdinde girişilen TKP dinamiğini birbirinden ayırmak ve hem de, her ikisini de nesnel olan mücadele zemininden uzaklaştırmak. Böylece egemen ideolojiye ve politikaya bağlamak üzere komünist çevrelerdeki iradeleri zayıflatarak akıl bozmak.

Komünistler, aynı anlamda kullanıyorum, sosyalistler, tarihin ilerleme çizgisinde ifadesini bulan diyalektiğin yasallığına göre, egemen sınıfın ve onun ideolojik-politik hegemonyasının tahrip ettiği bu çizginin, emperyalist kapitalizmin ve işbirlikçilerinin gerilettiği noktasında, diğer bütün sınıfsal ama egemen sınıfa karşıt olan güçlerle birlikte yer aldığının ve buradan daha geriye gitmeyeceğinin, dolayısıyla bu noktaya püskürtülen bütün diğer güçlerle birlikte ama ileriye doğru hareket ederek, asıl düşmana karşı mücadele etmesi gerektiğinin, bu anlamda bütün bu güçlerin öncüsü olmaya aday olduğunu göstermek için, doğru temelde, yani bilimsel temelde, ideolojik-politik konumlanması gerektiğinin bilincinde olmalıdır. Ve bu bilinçte, Türkiye’nin olduğu kadar, bölgenin ve dünya konjonktürünün, dolayısıyla bu konjonktürdeki sınıf mücadelesinin renginin doğru değerlendirilmesi ve politikanın bu temelde şekillendirmesi görevi de olmalıdır.

Fikret Uzun

18 Ocak 2011

Hiç yorum yok: