30 Mart 2011 Çarşamba

TKP Yİ VE KOMÜNİST HAREKETİ TASFİYE AMAÇLI TKP İÇİNE ÇÖREKLENMİŞ PARTİNİN ALAN AÇMA GAYRETİ ÜZERİNE- 2

TKP Yİ VE KOMÜNİST HAREKETİ TASFİYE AMAÇLI TKP İÇİNE ÇÖREKLENMİŞ PARTİNİN ALAN AÇMA GAYRETİ ÜZERİNE- 2
Merhaba,
Haklısınız, hem tarih çalışması kapsamında hareket edildiği için ve hem de teorik bakış açısından, TKP yi ve İsmail Bilen'i fetişleştirerek sonuç almak mümkün değildir. Ancak, İ Bilene ve TKP ye dil uzatıldığı için damarı kabaranlara hatırlatmak isterim, bu çaba, bu grupta sistemli olarak zaten gösterildi. Bütün melanetin sistemli olarak TKP ye ve İ.Bilene yüklendiği hepimiz tarafından görülmüştür ve elbette bunun bir simetriği de olacaktı. Olmuştur. Yani, bütün melanetlerden ayrı tutulan bir tarafın öne çıkartılması çabasının hüküm sürdüğünü de hepimiz gördük. Bunu gözden kaçırıp, şimdi, Oğuzhan'ın kendi örgütünün içine attığı taşın, hem de grupta bitkisel hayatın hüküm sürdüğü bir durumda, grubun orta yerine taşınmasından, TKP ve İ.Bilen savunusu içine girmek ciddiyetten ve tutarlılıktan uzaktır.
Diğer yandan, Grubun orta yerine, zamanlama açısından ve Grubun bitkisel hayattan kurtarılması açısından, böyle bir taşı atmak oldukça dâhiyane bir fikir.
Şöyle bir bakalım, bu taşı pek ciddiye alan var mı? Yok. Ciddiye alan olmadı. Neden acaba? Nedeni Moderatörler eliyle kotarılan bir bitkisel hayat olmasın?
Ve uyarı Sevinç hanımdan geldi.
Sevgili Cüneyt hemen vicdan muhasebesi yaparak, suçu yüklenip, duruma el koyuyor. Açıklamasında dile getirdiklerinin hiç bir mantığı olmadığı bir yana, olsa olsa özrü kabahatinden büyük özdeyişini hatırlatmaktadır, buna mantık gerekirse, grubun yeniden harekete gelmesi ihtiyacına işaret olarak görmemiz yerindedir. Sevincin uyarısını, her iletisi, hiç bir gerekçe gösterilmeden engellenirken, bazılarının iletilerinin otomatik olarak grup sayfasına düştüğünü Fikret uzun, çok daha önce ve daha açıklıkla yapmıştı. Ama moderatörlerin kıllarını bile kıpırdatmalarını sağlayamamıştı. Şimdi ise, birden Cüneyt arkadaşımızın, Tüh ya! Diyerek, bir VİP uygulaması başlattığı ve unuttuğu yollu vicdan yapması, sonucunda da moderasyona esneklik vermesini 3 yıllık bir ihmalin farkına varılması ve düzeltilmesi olarak değerlendirmemizin beklenmesi, bekleyenlerin mantık dinamiğine uygun olabilir ama çok özür dileyerek ifade etmek istiyorum ki, akıl taşıyanların mantığı bunu kabul edemez. Peki, akla ne gelmeli?
Bizler, teorik bakış taşıyan insanlarız, belki bazıları kadar olamasak da, yani burjuva politikasını beceremesek de, biz de politikacıyız. O nedenle akla gelen, bu taşın bulandırma ve ürkütme katsayısının yaratacağı helezonik etkinin çapına olan ihtiyaçtır.
Ustalar ne demiş, ihtiyaç keşfin anasıdır. Ve ne kadar güzel ki, Cüneyt arkadaşımız,3 yıl sonra aniden, böyle bir taşın yaydığı sismik dalganın etkisi ile ihmalini keşfetmekle kalmıyor, düzeltmek için gerekli olan formülü de keşfediveriyor.
Şimdi çok şükür, bir ihmal düzeltildi ve Grup o hareketli günlerine dönecektir ama Moderatörler iş başında olup, yeni moderasyon dinamiği işletmeleri kuvvetle muhtemel olacaktır.
Peki, önümüzde ne var, birincisi, yeni Anayasa tartışmaları, TÜSİAD eliyle gündeme, tıpkı Oğuzhan Müftüoğlu'nun taşı gibi düştü. Aynı helezonik etki için medyada ve STK larda bütün kanallar açıldı ama gelinen noktada, TÜSİAD iki adım daha atılmak üzere, bir adım geri attı.
Sahneye kimler çıktı, bir zamanların Yeni Demokrasi mihmandarı ki, O zaman Karısının oturduğu koltukta o oturuyordu ve o zaman ki, dava arkadaşları, yoldaşları, ondan önce epeydir zaten sahne alıyorlar.
Bunlar kimdi dersiniz, birisi Zülfü Diclelidir. Peki, bu çabalarla senkronize olan ve bu grubun varlık sebebi olan TKP tarihi dışında, TKP li olmak ile bir ilgisi kalmayan Nabi Yağcı ve şürekâsı ( bunu bir hakaret sözü olarak algılamayın, anlamını her yerde bulabilirsiniz ki, yandaş, ortak, iştirakçi, taraftar, destekçi olarak geçmektedir) değil mi?
Onlar da Tıpkı TÜSİAD gibi "demokratik anayasa" açılımı için var güçle çalışmıyor mu? Onların da çalışma alanları sınırlı ve kimi "faşizan" saldırılarla, yani tuvalet kâğıdı fırlatılarak taciz edilmesiyle sınırlandırılmıyor mu? Kuyerel ise kendi içinde, sen ben bizim oğlana açılım vermekten başka bir çapı olmayan alanda çabalamıyor mu?
Öyleyse Tustav grubun alanı bir ihtiyaca cevap verecek niteliktedir. Birinci keşif bu yöndedir. İkincisi ve daha önemlisi, çünkü kotarılamazsa "demokratik anayasa" güme gidebilir; genel seçimlerde çok demokratik ve hatta bütün solu utandıracak denli sol tona bulanmış "ileri demokrasi " nin mimarı AKP nin tek başına öne geçme ihtiyacı var. Ve engeller 2007 seçimlerine ve Referanduma oranla çok daha fazladır.
Öyleyse, ihtiyaç ihtiyacı doğuruyor. Ve TÜSİAD a olduğu kadar, Cem Boynerlere; Zülfü Diclelilere olduğu kadar, Nabi Yağcı ve şürekâsına da ihtiyaç var ki, onlara ihtiyaç arttı ise, Tustav iletişim grubuna da ihtiyaç olması yerindedir.
Oğuzhan Müftüoğlu’nun kuvvetle muhtemelen kendi içine yönelik yazdığı anılarında ortaya attığı taşın, tam da kurbağa ürkütemeyen cinsten olan bu taşın, temel işlevi, hâsıl olan ihtiyaç için keşfedilenin mantık çerçevesinde uygulamaya sokulmasıdır.
Yoksa ne dedim bir önceki, yayınlanmasının mümkün olacağını düşünmediğim iletimde, "TKP tarihi bahane, üzerinde oturanlar şahane"
Neredeyse üç yıldır, sevgili Cüneyt’in unutkanlığı ile bu grup bitkisel hayata girdiğinden beri, Tarihimize dair tek bir satır tartışılmamıştır.

Evet,"her şey o kadar iyi idiyse, bu günkü durum nedir? " güzel bir soru. Sizce nedir bilmiyorum ama bu gün gelinen noktada;
Aydan Bulutgil, MK üyesi, Marmara Bölge Sorumlusu, sessizce yaşlanıyor ve etliye sütlüye karışmıyor. Bunun sorumlusu İ Bilen ve TKP mi?
Erdal Talu, MK üyesi, o da etliye sütlüye, belki sadece "demokratik anayasa" çerçevesinde katılıyordur ki, o etten de, sütten de hayır gelmez, başka ne yapıyor, o da sessiz olmasa da yaşını tüketiyor. Bunun sorumlusu da İ.Bilen ve TKP mi?
Aydan’ı TKP ye kazandıran ve eğiten, Cavlı Çulfaz şimdi İngiltere’de yaşını tüketmiyor mu? Var mı, bu günkü durumu değiştirecek bir dahli? Burada da sorumlu İ.Bilen ve TKP mi?
Birol Başören, haber verirlerse imzalara katılıyor ve belki, anayasa açılımı turlarına izleyici olarak katılıyordur. O da yaşını tüketiyor. O da MK üyesidir. Sorumlu gene İ.Bilen ve TKP mi?
Oktay Zor da aynı değil mi? o da MK üyesi değil mi?
Gelelim Nabi Yağcı ya, o ise partinin son genel sekreteridir ve İ Bilene en yakın kadrolardan olmuştur ve İ.Bilen ölmeden önce halefi olmuştur ve neticede TKP nin genel sekreteri olmuştur. TKP yi hapislikten kurtarıp, her şey yapmayı vaat etmiş, bunun için demokrasi turlarına başlamış, Özal’a güzelleme yapmış, komünistler adına konuşup, proletarya diktatörlüğünden vazgeçtiklerini ilan etmiş ve” biz değiştik artık bize inanın ey sermaye, ey TÜSİAD” demiş, sonra TÜSİAD ile aynı momentte birleşmiş. Ama dahası da var, Artık ve uzun zamandır, AKP nin danışmanıdır, gençlerine politik ders vermektedir. Adımları, medyaya düşen bilgilerle de teyit edilen, bir tarikatın sözcüsü olan gazeteye kadar gitmiş ve yine sol adına konuşarak, solu tarikat dinamiği ile kaynaştırmak gerektiği yollu vaazlar vermiş ve mülakatı kayda değer bulunmadığı için, en son tırmanmak istediği basamaktan belki de mahrum kalmıştır.
Nabi Yağcı, TKP sine ve TKP üyelerine ve Türkiye emekçi halklarına en büyük kazığı atmış ama hala ortada Komünist gömleği ile dolaşabilen ve kabul gören bu kişinin, bu günkü durumla ilgisi olmadığı, bu durumun tek müsebbibinin İ.Bilen olduğu ve soyut bir TKP örgütü basiretsizliği olduğu üzerine açılımlar yapılabilmektedir ki sizin de aynı telden çaldığınızı öğrenmiş oluyoruz.
İ Bilenin ve o zamanki dış büronun elbette bu günün bu gün olmasında payı var, önemlidir ve elbette üzerinde durulması gereklidir ve elbette İ.Bilen ve TKP fetişizmi ile bunun üzeri örtülmemelidir.
Ama sormak zorundayız, hırsızın hiç mi kabahati yok diye. Ve hatta haneye giren hırsızı da, hanenin reisini de aklarken ya da fetişleştirmenin içinde eksiklerini, yanlışlarını güme getirirken, suçu bütün bir hane halkına, hatta hanenin kendisine yayarsak, ne tarih çalışması yapmış oluruz, ne bu çalışmadan bir aydınlatıcı tarih çıkartırız, ne de bu günlerden, dünün bu günlere taşıyan günlere yapışmış kalmış eksiklikleri, yanlışları ayıklayabiliriz.
Dolayısıyla da, bu güne taşınan, bu gün üzerinde devam ettirilmek istenen eksikliklerin, yanlışlıkların önüne geçemeyiz.
Ve İ.Bilen, Dış Büro, kabahatin büyüğüne sahip olabilir ama bu kabahati, bu kabahate ortak olmak bir yana, bu kabahatli durumdan yararlanarak, yeni kabahatlerin kapısını açmak için kullanmak üzere sineye çekip, sonra da bütün kabahatlerden arî bir şekilde ve kendi ölümcül kabahatlerini örtmek için ve hatta aynı kabahatlerin bu güne içerilmesi için, üstelik kabahatin büyüğünü TKP üyelerine ve soyut TKP ye yükleyerek, kaynağını İ.Bilene ve onunla anılan bir TKP dönemine yüklemek köylü kurnazlığı değilse nedir?
Daha bitmedi, Zülfü Dicleli var, o da MK üyesi, belki Politik Bürodandır da, yanında Ahmet Kardam var, aynıdır. Onların, dün TÜSİAD başkanının yeni demokrasi hamlesinde, şimdi MESS in emrinde olması, dün işçilere iktidar öngörürken, şimdi çatal, kaşık, bıçak eğitimi vermesi de İ.Bilenin ve TKP nin suçumudur?
Almanya’da kalanlar, Yelkenci ve Şiko, bunlar ne yapar, Nabilere fikirlerin farklılığından zenginlik bekler misli muhalefet yapmaktan başka ne yaparlar. Bunlar da MK üyesi değil mi? üstelik kilit noktadadırlar. Bunlar, Almanya’da, burunlarının dibinde, Türkiyeli işçiler ve göçmenler arasında,12 Eylül ile birlikte, ABD ve AB emperyalizminin YDD yönelimine uygun olarak,12 Eylül generallerinin dahli ile Türk İslam Birliği örgütlenmesi içinde olmalarını hiç fark etmişler midir ya da fark etti iseler, bu çerçevede önlem almışlar mıdır?
Yoksa birbirini tanıyan kırk kişinin sessizlik konsensüsü gereği, TKP tarihinin sandukasının kapağının bir köşesine oturmakla mı meşgullerdi. Bunun sorumlusu da İ Bilen ve TKP midir?
Bir Nihat Akseymen var, şimdi yaşamıyor, İşçinin sesi olgusu var, şimdi onun da yaşadığını söyleyemeyiz, bu kişi hakkında Erdal Talu mahsulü anlatımla korkaklık suçlaması var. Çağatay Günel’in, Polisteki ödül getiren anlatımlarına bakarsak, bu bakış açısını Çağatay’da da görürüz. Demek ki, Erdal öteden beri, Nihat’ın korkaklığına takmış.
Biz bunlarla ilgilenmedik, ilgilenmiyoruz ama sorduk, hep soruyoruz, Nihat Akseymen’in büyük bir gençlik örgütünün yöneticiliğini orta yerde bırakarak aniden ortadan kaybolması ve TKP nin içinde ortaya çıkması ve sonunda da İşçinin sesinin mimarı ve mihmandarı olarak Partiyi bölen sıfatıyla partiden kovulması ama bunun bir adım öncesinde, kendisine ve İşçinin sesine mal edilen broşürün hemen hemen bütün parti tabanında dolaştırılması ve parti organlarında değerlendirilip görüş alınması ve tam da bu tarihlerde savunma komiteleri adı altında örgütlenmelere gidilip, atış talimleri yapılması, az da olsa silahlanma perspektifinin kapısının açılması ne anlama gelmektedir. Burada İ.Bilenin ve TKP nin suçu nedir?
Dahası, daha önce de sordum, parti aranıp bulunup, kolaylıkla içine girilebilecek bir yapımıdır. Partiyi zaten her taşın altında polis de aramıyor muydu? Ve siyasi polis, devletin istihbarat örgütleri, özellikle de kilit coğrafyalarda ve kilit örgütlenmelerde, mesela sanayi bölgelerinde, silah fabrikalarının, limanların, petrol rafinerilerinin olduğu yerlerde daha çok cirit atmazlar mı, daha fazla taşın altına bakmazlar mı, daha fazla iz sürmezler mi. sendika yönetimlerine seçilenleri, paraşütle inen danışmanları, organizatörleri mercek altına almazlar mı idi?
Üstelik bu coğrafya öteden beri anti-komünizm üzerine her türlü devlet örgütlenmesinin olduğu bir yer değil mi idi? böyle bir coğrafyada ve böyle bir istihbarat ağı içersinde, üstelik sınıf kavgası da, bu çerçevedeki sınıfsal hareketlerin konum alması da ülke içinde iken, partiyi dışarıda arayıp kolaylıkla bulup ve kolaylıkla tepesine geçmek ve örgüt ve lider fetişizmi ile işi kotarmaya çalışmak partinin sıradan ve özverili üyelerinin suçumudur? Ya da suç değilse, yapılanlar iyi şeyler ise, bu gün neden böyle bir gündür?
Bu olanlar, doğru ya da, yanlış, yapılmışımıdır? Yapılmıştır. Öyleyse, bunda bütün sorumluluk sadece İ.Bilene ve çok aşırı bir mantık zorlaması ile bu yapılanların tam ortasında olanları ayırıp, suçu topyekûn TKP ye yüklemek yani sıradan üyelere dağıtmak akıl işi mi?
Bir önceki iletimde fener tutmaya çalıştım, partide, ben Nabi partisi diyorum, (siz katılmayabilirsiniz, başka birine mal edebilirsiniz,) partiyi topyekûn burjuvazinin dümen suyuna sokmak isteyen bir ekip iş başına geçmek üzere bu olanların merkezine yerleşmemiş midir?
Başkaları da var, yani TKP nin belki dış bürosu, tümüyle dönülmeze göçtü ama atılım yılları ile anılan trafikte partiye girenler ve MK yı, Polit Büroyu, diğer yönetim organlarını oluşturanların hepsi, TKP nin tarihi dışında, TKP ile ve komünist hareketle ilgilenmezken, burjuva örgütler dâhil, birçok örgüte ya danışmanlık yapmakta, ya paralelinde hareket etmekte ya da içinde yer almaktadırlar.
Ve bir yanlarından da sırıtmaktadır ki, çok büyük çoğunluğu, TKP ye bağlı oldukları örgütlerini bırakarak ve TKP yi aramak için yollara dökülerek, aracılar bularak ve çok büyük bir hızla basamakları tırmanmaya bile gerek görülmeden TKP nin başına geçmiş olanlardır.
Şimdi demezler mi, siz kimi kandırıyorsunuz diye ki, bunlar topyekûn sorumlu değil iseler, yaptıkları hep iyi şeyler idiyse, TKP nin sıradan ama en özverili üyeleri mi sorumludur bu günlerden?
Kendileri sorumlu değilseler, TKP yi sorumlu tutmak nasıl bir mantıktır? Bu, şimdi hepsi ayrı ayrı noktalarda ve TKP bir yana, sosyalist hareketin çok uzağında olan aktörler, TKP yi tü kaka yapmak için yarış haline girmişken, bu noktayı görmeyip, TKP ve İ.Bilen fetişizmi ile zevahiri kurtarmaya çalışmanın bu mantıktan ayrı bir yanı var mıdır?

Diğer yandan,Yıllarca herkese ajan kışkırtıcı diye saldıranlar olarak İ.Bilen ve TKP kastediliyorsa, kimleri bundan ayırıyorsunuz net olarak ortaya koymanız gerekmez mi?
Ayrıca, kastettiğiniz ajanlıkla suçlananlar, V.N.TÖR, Ş.S.Aydemir gibi Kemalizm’in ideolojik ajanı olanlar ise, bunda bir yanlışlık yoktur. Vedat da, Aydemir de, TKP de Kemalizm’i buldukları için, TKP ye girmişlerdir ve çıktıkları andan itibaren Kemalizm’in ideologluğunu yapmışlardır.
Eğer Ulvi Oğuzun ajanlıkla suçlanmasını ve partiden anons edilmesini kastediyorsanız, burada da izler Nabi’ye çıkacaktır. İ.Bilenin bunda bir dahli olduğunu sanmıyorum. Ve Nabilerin topladığı son TKP kongresinde Ulvi dışında herkes Partiye geri çağırılmış, itibarları iade edilmiştir. Şefik Hüsnü dâhildir.
Öyleyse suçu da, yanlışların ölümcülünü de başka yerde aradığımız ortadadır. Daha doğrusu başka yerde aratanların amacı gerçekleşmektedir.

İ.Bilen ve TKP topyekûn tü kaka ama 12Eylülden bir gün önceki ve İ.Bilenin bitkisel hayata girmesinden ve ölmesinden sonra TKP yi yönetenler Pir-ü pak öyle mi?
Diyelim ki öyle, bu pir-ü pak beyler, TKP yi ararken, TKP nin politik yaklaşımını bilmiyor mu idi? politik yaklaşımda problem yoksa örgütlenmede bir sakatlık varsa, bunu İ.Bilene bağlamak, bu örgütlenmenin problemlerinin bizzat içinde olanları ve düzeltmek için çaba sarf etmeyenleri dışında tutmak mantık işi mi? Dahası, bu sorumluluğu bütün bir TKP üye kitlesine yüklemek ve bu örgütlenmenin tepesinde olanları dışarda tutmak akıl işi mi?
TKP sine yetmişlerden itibaren üye alımı, bu yöndeki parti normları çiğnenerek yapılmıştır. Dahası konspirasyon ilkesi de çiğnenmiştir. Daha dahası, parti yönetimine koopte edilirken liyakat durumu esas alınmamıştır. Partide öncelikle ideolojik eğitim ve ideolojik birlik sağlanması gerekirken, örgüt fetişizmi ve bu çerçeveye yapışan bir politik pragmatizm hâkim olmuştur. Parti hep başka ve nicel güçlerin rüzgârı ile yelken şişirmiştir. Oysa nitelik içerilmemiş bir Komünist Partisinin nicel gücü ve yatay örgütlenmesi sonuç getirmez, aksine Nitel gücü sağlam olmakla, nicel birikimlerin içine kök salması ve kitleleri derinlemesine harekete geçirmesi mümkündür.
Diğer yandan, TKP, illegaliteyi de bu pragmatik yaklaşım çerçevesinde ele almıştır. Pratikte ise illegaliteden eser yoktur.
Bu sözünü ettiklerim doğru şeyler değilse, İ.Bilen tek başına mı yapmıştır. Kendisine asistanlık eden yöneticiler, hiç toz kondurmadıklarınız değilse kimlerdir. Bunlar doğru şeyler ise, yanlış olanlar hangisidir.
Ulvi Oğuzun evinde ele geçen dokümanlardan birisi,"Politik Durum ve TKP nin Tutumu "başlıklı belgedir.
Bu kimin veya hangi büronun eli mahsulüdür. Bunu da tek başına, İ.Bilen’mi yazmıştır. Ya da, İ.Bilen, bunu yazmazsanız, sizi başka diyarlara koopte ederim diye mi korkutmuştur. Ayrıca, İ.Bilenin kendi eli mahsulü ve eleştirilecek belgeler ortada iken, TKP yi aramaktan kan ter içinde kalmış olan ve sonra TKP nin üst yönetim organlarını varlıkları ile onurlandıran ve şimdi ise komünist hareketi hiç yaşamamış gibi yapan aktörler ne yapmıştır? İ.Bilenin zulmünden korkup sinmişler midir?
Bu nasıl bir mantıktır?
Bu belgede, 12 Eylül rejiminin görüldüğü kadar oturmuş olmadığı saptaması yapılarak, 12Eylül faşist saldırısı askersel devirme olarak niteleniyor ve egemen güçlerin, parlamenter yöntemlerle yönetemediği ama o günkü güçler oranının bunalımdan demokratik bir çıkış sağlamaya elverişli olmadığı, çelişkilerin bir devrimci duruma yol açmadığı vurgulanıyor.
Bu saptamadır ve buna göre ülkede egemenler yönetemiyor, darbeye gerek oldu ise, yönetilenler de egemenlerin istediği şekilde yönetilmek istemiyordur. Yönetilenler hareketsiz dursa idi, ya da bu potansiyeli taşıyor olmasalar idi, TKP nin bildirisini hazırlayanların ifadesiyle,"askersel devirme" ye ne gerek vardı. Zaten MC yeterince baskıcı yöntemlerle işçileri, emekçileri ezmiyor muydu? Zaten komünist partisi üzerindeki yasak sürmüyor mu idi?
Öyleyse, eksik olan nedir, eksik olan apaçık ortada değil mi, kitlelerin hareketliğine ve hatta ortaya bir yenişememe tablosu koymasına rağmen ve de “DGM yi ezdik, sıra MESSte” misli bu tablonun sloganlaştırılmasına rağmen, bu tablodan demokratik bir çıkış, devrimci bir çıkış sağlanamamış olması, öznel etmenin yokluğuna mı, basiretsizliğine mi yoksa bu yönde bir tertibin ayak izlerine mi delalettir.
O nedenle İ. Bilen fetişizmini bir kenara koyalım ama başka fetişler yaratmadan, bu izlerin nereye gittiğinin cevabını bulalım.
Yine Ulvinin evinde yakalanan belgeden aktaralım, şöyle diyor; "karşı devrimci öz taşıyan terörist eylemlere bulaşanları, uğradıkları baskılardan ötürü kahramanlaştıran, onları öne çıkaracak bir ajitasyon, işçi sınıfının bilincini bulandırır. Bu nedenle onlara karşı uygulanan insanlık dışı yöntemlere (idam, işkence, insan avı vb.) karşı çıkmalı ama tek tek kişiler kampanya konusu yapılmamalıdır."
Yeterince açık değil mi? Belki Müftüoğlu’nun aklına giren bu ifade, anılarına başka türlü yansımıştır.

Bir diğer önemli açıklama şöyle ;" TİP-TSİP, Kürt devrimci demokratları, Cuntaya karşı konum alıyor. Partilerine yönelik saldırılara göğüs germeye ve örgütlenmeye çalışıyorlar ama bu parti ve gruplar Cuntayı faşist olarak nitelemekte ve var olan savaşım olanaklarını göremiyorlar. Geniş demokratik güçleri birleştirebilecek esnek bir tutum takınamıyorlar."
Ama belgenin başka bir yerinde, "TKP nin amacı, halkın, demokrasi güçlerinin ortak savaşımıyla cuntanın devrilmesidir. Ancak Cunta rejimine son vermek bu gün için olanaklı değildir. Çünkü objektif koşullar olgunlaşmamıştır. Bu belgi (Cunta devrilsin belgisi herhalde), henüz eylem çağrısı değildir, propaganda belgisidir " diyor.
Sonra da cuntanın içindeki “göreceli ılımlı kesimlere “ işaret ederek, “onları nötralize etmekten “söz edip, “cuntayı destekleyen ama şu veya bu ölçüde emperyalizme karşı olan anti-faşist güçleri tutarlı demokrasi savaşına çekmek, ilk adım olarak da, TİP-TSİP ve devrimci Kürt demokratlarla eylem birliği oluşturmak gerek” diyor
Ardından da, cuntadan isteklerini sıralıyor, "Faşist ve Maocu teröristler dışındaki tüm politik tutuklular işçi ve sendikacılar hemen serbest bırakılsın" diyor.
Ayrıca, faşizme karşı tüm politik partilerin ve tabii TKP nin de, üzerindeki yasağın kalkmasını istiyor. Sanki TKP yi Cunta yasaklamıştı, bu bir yana, bütün bu istekler, bir iyimserliği yansıtmıyor mu ve bu iyimserlik te Cuntayı faşist bulmamaktan kaynaklanmıyor mu?
Dahası, 30 yıldır kendilerini, TKP den çok uzak olmalarına rağmen, TKP nin vasisi konumunda dayatanların, bitmez tükenmez demokrasi aşkından başka bir şey çığırdıklarını duydunuz mu?
Tıpkı Ulvide yakalanan belgedeki açıklamalar gibi, sürekli olarak, 12 Eylül rejiminden demokrasi talep edilmiş, 12 Eylül faşist rejimine karşı devrimci bir cepheden sürekli uzaklaştırılmış ve sonunda da, dün 12 Eylül darbesinin faşist olmadığı yollu ikna açıklamaları yapanlar, ilerleyen zamanda ve hala 12 Eylül faşist rejimini demokrasi diye yutturmaya çalışmamışlar mıdır? Hatta12 Eylül faşist rejiminin yaklaşan, daha beter yüzünü "ileri demokrasi" olarak yutturmaya çalışmak için çabalarını sürdürmüyorlar mı? Bu senkronize durumun neresinde TKP var, neresinde İ.Bilen var? Varsa bile, bütün günahları İ.Bilene yıkarak ve soyutlaştırılmış bir TKP üzerinden bütün üyelere dağıtarak Kimler ve neden bu sorumluluktan ayırılmak isteniyor?

Bu, belli ki, TKP içindeki, Nabi Partisinin, (belki Nabi değil, Zülfü partisidir, ya da Sarısözen partisidir, ya da kolektiftir. Bu önemli değil ama en çok mürit yüzünü nereye döndü ise, haliyle biz de feneri o yöne tutuyoruz ve bir tarif yapıyoruz.) bu güne uzanan çabalarının ayak izlerini yansıtmaktadır.
Diğer yandan, daha önceki iletimde yansıttım, Ankara İl komitesi sekreterinin görev yerini terk edip, kaçtığını ama bu kişinin kim olduğunun Politik büro tarafından bilinmediğini Aydın Meriç kendi anılarını derlediği broşüründe dile getirmiş.
Ortalık toz duman iken, Çağatay’ın Ankara’daki bu toz dumana çare arayacağına, sekreteri Güray Tekin Özün peşine takılıp, İstanbullarda Nabi ile buluşması neyin derdine dermandır acaba?
Nabi’nin söylediği, Çağatay’ın aktarımına göre, dikkatli olun, saldırabilirler uyarısından başka nedir de, bu, Çağatay’ın sekreteri vasıtasıyla söylenmiyor da, Çağatay’a Güray’ın yanında söyleniyor ve yetmiyor, Çağatay’la Nabi ayrıca buluşup ona dokümanlar veriyor. Hani saldırı geliyordu, dikkat etmek gerekirdi, Çağatay’ın Nabi’den Dokümanları alması Nisan 16 sıdır. Nisan 8 inde, Ankara İl sekreterinin yakalandığını bilmiyorlar mı? Ve neticede Çağatay, 21 Nisanda yakalanıyor, tabii ki Nabi’nin verdiği dokümanlar da elindedir.
Bu nedir, bunların, örgütlenme anlayışı, cunta ile mücadele anlayışı bu mudur? Burada da mı İ.Bilen var. Topyekûn TKP var?
Ve bu toz duman arasında, Ankara’nın göbeğinde TKP imzalı bildiri dağıtılması ve bildirinin özünün dev yolu aşağılamaya yönelik olması mümkündür de, değildir de.
İşin içinde polis varsa veya faşist olmayan Cuntanın saldırısının yönünün, faşist ve sol teröristlere doğru olduğu saptaması ile iyimser bir beklenti varsa ya da birileri bu beklentiyi kafalara kakıyorsa, bal gibi mümkündür.
Ama bu, gerçekten TKP li direngenlerin marifeti ise iki şekilde mümkün değildir, birincisi, bu dağıtımın gerçekleşeceği bir gedik açmak o koşullarda zordur, İkincisi, hadi riske girildi ve gedik açıldı, o zaman da buna değecek bir bildiri kaleme almaları gerekmektedir ki, Oğuzhan’ın anlatımına göre, bu riske değecek bir bildiri değildir. Öyleyse böyle bir bildirinin kime ne faydası olabilir.
Demek ki, TKP içindeki parti hareket halindedir ve TKP nin tamamen yerin yedi kat dibine gömülüp gömülmediğinin kontrolünü yapmaktadır. Artık, gerçek anlamda kendini göstermesinin zamanı yaklaşmaktadır. Çünkü. Tarihi TKP nin zırhı ile dolaşarak hareket alanlarını genişletmeleri mümkün olmamaktadır.
İşte Tustav grup alanına düşen bir taşın ve akabinde bir esneklik getirilmesinin kıymeti harbiyesi de budur.
Kimse, bu ifade ettiklerimden kişisel bir sonuca varmasın, bu ifadelerimde kişisellik aramasın. Bu ifadelerim, Tümüyle siyasi öngörü çerçevesinde ele alınmalıdır. Mutlak değildir, teorik bir bakışın ürünüdür. Yanlış çıkarsam, teorik olarak doğru yere bakamamışım demektir.
Ama yine de Koskoca bir TKP hareketini ki, en sert eleştiriyi yöneltenler bile, onun eteklerinden düştüğü yönlü itirafını kendisine vitrin yapmaktadır, topyekûn tasfiye edenlerin yaptıkları bir yana, bunu göremeyenlerinkinden daha kötü bir körlük değildir.

Fikret Uzun
28-Mart-2011

Hiç yorum yok: