6 Şubat 2011 Pazar

EYLEMLİ BİLİNÇ İLE CIVA MİSLİ BİRLEŞMEK


EYLEMLİ BİLİNÇ İLE CIVA MİSLİ BİRLEŞMEK

Geçmişte, sol bölündü deyyu, solcuların birleşmesi bekleniyordu, hâlbuki bölünenler solcular değildi, soldan uzaklaşmış olanlar, solda gezerek bu uzaklaşmayı sürdürdükleri için soldan sayıldığı gibi, bir kaç cümle öğrenme ile sol olduğunu sananlar, diğer cümleleri öğrenmeye zahmet bile etmeden, benim ayranım daha tatlı diyerek çatılar kurmaya ve sanki mahalle kavgasına gider gibi militan toplamaya çalışırdı. Solun sorunları arttıkça da, bu, üç beş cümleyi ezberlemekle işin hallolduğunu sananlar, yeniden bölünürlerdi ve sol birleşmeli nakaratları da, aynı oranda kendilerince artardı. Sonuçta cephe de kurmuş olsalar, sol birleşemedi. Ve 12 Eylül geldi, yerleşti, yerleşmeye doyamıyor, şimdi de bütün halklara yerleştirmek için, faşist konuşlanmasını tarihin gerisinde bir yerde ama aynı topraklarda tamamlıyor.12 Eylül yerleşirken ve hâlâ, 12 Eylül öncesi bir türlü birleştirilemeyen sol, her biri kendi içinde tekrar birleşerek aynı parçalı yapıyı sürdürmek için müthiş bir çaba sarf ediyor. Ve hala solda birlik yaygaraları devam ediyor. Oysa birlik, birleşmek, birincisi geçmişin parçalı ve anakronik yaklaşan yapıları ile ve onların 12 Eylül rejimi yerleşirken, bozdukları sosyalizm alanı üzerinde olmaz, ikincisi, birlik, birleşmek, ideolojinin netliği üzerinden olur. Bu sağlanmadığı sürece elma ile armudun toplanması misli ama daha çok çürük meyveler ile sağlam meyvelerin bir araya toplanması misli birlikler oluşur. Bu da, eninde sonunda birliğin topyekûn çürümesini ya da kendi içinde aslına dönerek bölünmesini getirir. Yani onca zamandır bu nedenle dikkat çekiyorum ki, farklılıkların zenginliğinden birlikte çıkmaz, zenginlik de çıkmaz. Bu zenginlik ve birlik, ancak ve ancak ideolojik netliğin ve donanımın üzerinden ayrışmakla mümkündür. Yani azalarak, çoğalmak demektir bu. Ama bu ayrışma, diğer ifadesiyle netleşme, aynı zamanda ve daha önemli olarak, tarihin hızlandığı noktalarda ki biz ona dönüşüm noktaları diyoruz, öne çıkan halkların, bu hızlanmaya uygun dönemeçleri birbirine tarihin ilerleme çizgisi doğrultusunda bağlayabilmesi için gereklidir. Bu anlamda, halkların öne çıkması kendiliğinden de olabilse de her koşulda nesnel durum ile bağlıdır. Manipüle edilmesi bile bu şartlarda mümkündür. O nedenle, kitlelerin önüne nesnel durum ile uyuşan teorik-politik hedefler sloganlaştırılarak konulursa o dönüşüm noktaları ileriye doğru hücuma geçirilebilinir. Yani önemli olan, internet silahının varlığı değildir, önemli olan onu halkların tansiyonunu yağ damlacıkları misli kümeler halinde bir yerlere hapsetmenin önüne geçerek, cıva misli kümeler halinde öfke biriktirmiş kitlelerin birbirini çekmesi için kullanmaktır. Şimdi herkes çevresine baksın, gördükleri, epey zamandır, öfke nerdeyse volkan misli patlayacak denli birikmiş olsa da, kitlelerin yağ damlacıkları gibi ortada dolaştığı, daha doğrusu dolaştırıldığı, ama cıva misli dolaşmasına izin verilmediği yönündedir.
Yani internet silahı da, diğer silahlar gibi, ideolojik donanıma ve politik hünere bağlı olarak kullanılabilinir. Eğer bu eksik ise, sol hareketin önündeki engellerin ve içindeki virüslerin, iltihapların hangi kılıkta dolaştığı görülemez ve üstelik onlarla yoldaş bile olunur ve bunun temline de farklı fikirler zenginliktir safsatası yerleştirilir. Sonra da bir bakarsın ki bu engeller olmuş sol, sol ise olmuş solun düşmanı. İşte bu bize, geçmişten mirastır, kazıktır demek istiyorum ve bu trajediyi aşmak ise, ancak ve ancak ayrışmakla yani ideolojik derinliği yaşamakla, bu derinlikteki suyu kana kana içmekle mümkündür. Bunun ayracı ise, sosyalist iktidar perspektifine sahip olunduğunun gösterilmesidir. Bu da kavgaya hazır olunduğunu, kavgasız solculuk olmayacağını görmek demektir. Kavgayı da, "hoştunuz köpek efendi" misli değil, en şiddetlisi ile ayağa kalkarak köpeğe sopa göstererek olur. Yani kavgasız solculuk olmazsa, şiddetsiz kavga olmaz. İkisi de olmazsa sosyalist iktidar olmaz. Peki, kavgayı nasıl yapacağız. İnternet kavgaya davet için bir silahtır, kullanmasını bilmek şartı ile sonrası mutlaka bir iradi dinamiğe, bir politik hünere, bir sınıfsal, toplumsal bağa ve güce, bir somut, kavgayı sağlamlaştıracak güce ihtiyaç vardır. Şimdi yine bakalım etrafımıza, önce sosyalistleri, komünistleri, devrimcileri ne zaman alıp götürdüler ve saldıkları halde dışarıda tutsak ediyorlar ve epeydir, sosyalistlerden, komünistlerden çok kimi alıp götürüyorlar, yoksa sıralamayı mı şaşırdılar ve en başta kimler, buna sessiz kalıyor, daha doğrusu sessiz kalması manipüle ediliyor ve hangi güç, tıpkı internet misli, yok sayılıyor, mutlak olarak karşıya konuluyor ve ortada uçurumun kenarına sürüklenmemiş tek bir insan, bir toplumsal güç yok iken, bu güçlerin, neden uçurumun kenarına sürüklendiği sorgulanmaz iken, bu uçurumun kenarına en başta sürüklenmiş olan ve artık belirleyici bir gücü de kalmamış olan Kemalizm, baş düşman ilan ediliyor.
Şimdi sık konuşulan faşizmin konuşlanmasının, en önündeki aktörlerine ya da politik otoritesine ve dayandığı dinci akımlara, düşman olarak da, tehdit olarak da bakılmaz ve kavgayı, yönetici sınıfların iki geçinemeyen grubunun kavgasına indirgeyerek ki bu yanlıştır, bu öyle görünse bile belirleyici olan emek sürecinin keskinleştirdiği çelişkilerin yansımasıdır, bu kavgadan yararlanmak ve uçurumun kenarındaki dibine atılmayı bekleyen güçleri herekte geçirmek yerine, uçurumun kenarındaki güçleri bütün melanetlerin yaratıcısı olarak görüp, tarafsız kalmak ama aynı anda ve sanki tam karşıt sınıfsal duruş gibi yansıtarak, tümüyle burjuva renk taşıyan halk cephesini öne çıkarmak ama bunda da sınırları tam net çizmemek bizi ilerletiyor mu, geriletiyor mu görmek gerek.
Diğer yandan, önce Tunus’ta, sonra Arnavutluk’ta, ardından Mısır’da patlak veren ve hemen hepsinin bir internet trafiği ile kıvılcımı ateşlediği ve yağ damlacıkları şeklinden kurtarıp, cıva misli birbirine doğru hareket eder hale getirdikleri halk ayaklanmasının eylemli bilinç taşıma karakterini kimsenin görmediğini, bana göre görmemeye mahkûm edilenler çoğunluktadır ve burada öne çıkan internet yanında, ordu ve polisin ve parlamento dinamiğinin nasıl bir işlevi olduğunun ve kimin yanında, kimin karşısında olduğunun bu eylemli bilinç çerçevesinde iyi tahlil edilmesi gerektiği görülmelidir.

Fikret Uzun
30.1.2011