20 Temmuz 2010 Salı

12 EYLÜL DEVAMLILIĞINDAN ORTAÇAĞA ANAYASA PAKETİNDEN KÖPRÜ

Değil barajı aşmak,% 0 5 bile oy alamayacağı belli bu partinin ama yine de kurdular ve adına da ED PARTİ dediler. Demek ki ED PARTİ= EVET DİYENLERİ ARTIRMA PARTİSİ imiş. Vay ki ne vay! Değerli akıl taşıyan dostlar, başka bir yerde HAYIR diyecek olanları aklından zoru olan deliler olarak nitelemiş biri. EVET diyenler ise hem bütün akılları vermiş, hem de bir çırpıda 12 Eylül sabahından itibaren yaşanan zulmün, işkencelerin, idamların ve tabii Kenan Evrenden hesabının sorulacağını yazmış. Nasıl sorulacak bu maddeler canlanıp, hareketlenip, Kenan Evren’in boğazına mı yapışacak. ED parti de, aynını yapıyor, madde madde anayasa değişikliğini buraya taşıyıp, asıl olanı kamuflaj yapıyor ve o kadar süsleyerek dizdiği maddelerde emekçi halkı ilgilendiren bir şey olmadığı gibi içinden tek bir tanesini çekip masaya yatırsak, ortada koca bir yalan olduğunu görürüz. Toplu sözleşme hakkı olsa ne yazar, grev hakkı olmayan yerde, ya hükümetin insafı, ya patronun insafı söz konusudur. Siz bu insafı bu güne kadar gördünüz mü. Hakem kurulu nedir, hakem kurulu işçilerin içinden seçilmiş bağımsız bir kurul mudur. O da hükümetin atayacağı bir kurum olacaktır. O da hükümetin işçi düşmanı yapısına uyacaktır. 15. madde mi o ise tam bir tiyatro manzumesi. Tutun ki, Kenan Evren yargılandı, olmaz, olmayacak ama öyle varsayalım, Amerika ne olacak, kendisi itiraf etti, Kenan Evren de onayladı, birlikte yapmışlar ve emir oradan gelmiş. Burasını da kurtlar vadisine çevirmeye çalışıyor birileri anlaşılan. Neyse Kenan Evren demedi mi emir komuta zinciri diye. Genelkurmay hükümete bağlıdır, hükümette emir almadıysa kimden geliyor bu emir zinciri, tabii ki ABD den. Ee ne olacak, şimdinin hükümeti bir taraftan orduya yükleniyor, diğer taraftan onları dağlara taşlara göndermek için tezkere çıkarıyor, ama aynı zamanda " BEN ABD NİN BU BÖLGEDEKİ EŞ BAŞKANIYIM " diyor. 12 Eylülü yargılamak isteyen bir hükümetin ABD’nin EŞ BAŞKANlığı ile ne işi olabilir. Öyleyse şunu görmek gerek, başka argümanlar yanında, bu eş başkanlığı bile bir devamlılık olduğunu gösterir. Ve 12 eylül darbesi yapılıp, generaller, kışlaya dönüp iş bittimi yani 12 eylül ortadan kalktı mı. Aksine adım adım bu güne gelmek için yerleşimini sürdürdü.12 Eylül rejiminin son hükümeti AKP’dir ve AKP’yi halk seçmemiştir ve halk kurmamıştır. Tıpkı ED PARTİ gibi, tekeller tarafından kurulmuştur. Neden kendisine AK PARTİ diyor, neden gençleri kendilerine AKİST ünvanını yakıştırıyor. Bunlar sorudur. AKP’nin misyonu,12 Eylül rejimini son konuşlanmak istenen noktaya taşımaktır. Oraya taşımak için bu güne kadar yaptıklarını da TC’nin,12 Eylül rejiminin devamlılığı içinde ve ABD’nin eş başkanlığında yapmıştır. Bir tane işçiden, halktan, yoksuldan yana yasa çıkarmamıştır. Ama bol bol sadaka misli yardım dağıtmıştır. Kenan Evren’i neden yargılasın, bu günleri AKP’ye Kenan Evren hazırlamıştır ve Kenan paşanın resimlerini en çok tekeller, büyük patronlar almış, odalarına asmıştır. Onu da bırakın, Demirel cumhurbaşkanı olunca resepsiyona, Kenan Evren’i özel uçakla getirtmiş, başköşeye oturtmuştur. Oysa bizim ahmak solcularımız ne diyor, darbeler seçilmiş hükümetlere yapılmıştır. Evet seçilmiş Demirel’i zindana gönderen Kenan Evren baş köşededir. Hal öyledir ve öyle ölecektir. 12 Eylül devam ederken Demirel’in Türkeş’in Erbakan’ın zihniyeti daha da güçlendirilmiştir. Kenan evreni niye yargılasınlar, onunla birlikte imam hatipler ve müdavimleri çoğaltılmıştır. Şimdi doktor, hakim, başbakan ve cumhurbaşkanı bile olabiliriler. din dersi öğretmek için midir bu okullar, tam tersine akıl bozmak içindir. ED parti elbette "EVET" demek için koşturacak, misyonu odur, çünkü tekellerin kucağında kuruldu, orada büyüyecektir. Büyütecekler demek istiyorum. Ve dediğim gibi, yukarda yarım kaldı, bütün maddeleri süsleyerek akıl bozmak için önümüze koyuyor ama kendisi de emin değil süslemesinden, o nedenle, CHP ile aynı kulvarda olmamak için "EVET " diyoruz diyorlar. Pes demek lazım, AKP ile aynı kulvarda olmak ZUL gelmiyor. Sanki anayasa paketi CHP’nin. CHP ne dedi, daha BAYKAL yaşıyordu, o üç maddeyi çıkarın, mecliste onaylayalım halkın kafasını karıştırmadan o üç maddeyi referanduma götürelim dedi. o üç maddeden biri mecliste ortadan kalktı. İkisini ise, az biraz değiştirerek, ANAYASA MAHKEMESİ süsledi. Ama bu pakete damgasını vuran o iki maddedir, diğerleri fasafiso. Kamuflaj malzemesi. Ve o iki madde ile AKP gitse yerine gelecek olan AKP’yi aratacak bir alana sahip olacaktır. O iki madde burjuvazinin, kendi yasalarına tahammülsüzlüğünün ifadesidir. O da şudur, burjuva hukukunda kuvvetler ayrılığı, burjuva toplumda burjuvazi arasında bir eşitlik sağlar. Yürütme-yasama-yargı aynı yöne bakmayan oklar gibi dizilir. Ve bu ayrılık kardeşleşir sarmaş dolaş olursa, keza hepsi aynı yöne dizilirse, diktatörlük bütün toplum için hukuksal olarak kabul edilmesi ve uyulması gereken bir durum olur. Bunu 12 Eylül darbesi netekim diye diye, genç insanları asa asa, zindana ata ata getirdi ve bir hukuksal dayanağı olmadığı için 15.maddeyi anayasaya koydu. Sonrasında burjuvazinin dertleri çözülmediği için her sorunda biraz daha 12 Eylül yerleşti. Bu güne geldi ve şimdi bu devamlılığın en son halkası olan AKP ile 12 Eylül faşist diktatörlüğü
Evrenleri bile hatta Hitler’i bile aratacak yasal dayanaklara kavuşmuş, toplumsal katılımını da sağlamış bir ortaçağ diktatörlüğüne dönüştürecek. İstenen ve gidilen yol budur. Bunu önlemek için " KOCA BİR HAYIR" gerekmektedir ve "EVET" dedirtmeye çalışanların da, evet çıktığı andan itibaren çanaklarından yani yaladıklarından kısıntıya gideceklerdir. Çünkü diktatörlükler, işçilere, emekçi halklara karşı kurulur ve bu işçilere emekçiler ekmek arası simitten başka bir şey veremeyeceklerinin ifadesidir. İşçi düşmanlığı tavan yapacak ama edilgen sürülerin cenneti yaşandığından, kimse ayağa kalkacak mecali bulamayacak. O zaman ED partiye ne gerek kalacak, öyleyse onlara kırıntı da kalmayacak. O nedenle ruhunu satanların peşinden gidenler aklını başına almak zorundadır.

12 Eylül nasıl ki,12 Martın devamıdır, AKP de bu devamlılık içindedir. Ondan önce Erbakan’la-Çiller var, daha önce Çillerle-Anap var ve daha sonra da Ecevit’in hastaneye kapatıldığı bir süreç var Derviş var, İsmail Cem var, ama daha önemlisi, MHP’den Bahçeli var ve bir sabah aniden koalisyondan çekilmesi var. Sonra mı, sonrası da manidar, sonrasında AKP var, refahtan ya da saadetten kopan kadroların partisi ve ısrarla adına AK PARTİ diyorlar, demeyene zılgıt çekiyorlar. Ve başbakan olmadan, henüz seçilmeden Başbakan gibi karşılanan ve ABD ye giden Tayyip Erdoğan var. Yasaklıdır ve yasağı onu mağdur yapmış ama kalkacağından emindir. Hemen kalkmış, adına özel seçim yapılarak vekil seçilmiştir. Kim yaptı dersiniz, şimdi yaşamayan Baykal, ve böbürlenmiştir hep bununla. Öyleyse devamlılık sürüyor. Tekellere AKP gerekiyordu, İcat ettiler ve Erdoğan’la beraber, daha iyisi Şam’da kayısı dediler,12 Eylül rejimini teslim ettiler. Biraz önce anlattım, daha o zaman başlayan bir devamlılıktı, sürüyor. Ve şimdi bazı aklı evveller, AKP’ye ilericilik yükleyerek, bütün günahları, ondan öncekilere yükleyerek, ortada günah kalmadığını ileri sürerek AKP’nin hazırladığı, güçlendirdiği demek istiyorum, yeni 12 Eylül anayasasına "EVET " dememizi salık veriyorlar. Vermezsek, deli gömleği giydirecekler. Babacan açıkladı duymadınız mı? Tarihinin en fazla işsizini barındıran bir rejim bu. Başka ne bekliyorsunuz. 12 Eylül ne için geldi. Ne için onca tiyatrolar oynanıyor. Ne için bir imam hatiplinin başbakanlığına sol ton, ilerici ton veriliyor. Bu memlekette akıllı aydın kalmadı mı, bütün profesörlerin aklı bir yerlerine mi kaçtı. Solcular, onlara ne demeli, AKP ye toz kondurmuyorlar. Siz niye solcu oldunuz be insanlar. Hadi analdık, çok manifesto okumuşsunuz ve bir yerde takılmışsınız, arkasından gelen cümleyi gözleriniz görmüyor, yani işçiler vatansızdır diye bellemişsiniz, ama toprağı bırakın üzerinde yaşayan insanlara bir bakın, bizim insanlarımız onlar. Aç bilaç, çaresiz, umutsuz, geleceksiz, güvencesiz. Kim yaptı onları öyle ben mi yaptım, AKP ye karşı olanlar mı yaptı. Bu insanları bu hale getiren 12 Eylüldür. Ve 12 Eylül yapıcıları demokrasiyi bırakıp gitti ise, neden hâlâ bu insanların çilesi bitmiyor. Demek ki 12 Eylül devam ediyor ve bu çileleri biriktirmek için geldi. Bunu büyüten, daha da çözümsüz hale getiren AKP değil mi. Kenan Evren’i asacaklarmış, güldürmeyin insanı. 8 yıldır tek başlarına iktidardalar ve her türlü destek önlerinde de arkalarında da onları takip ediyor krizin etkilerine bile tekeller homurdanmadı. Batarsak AKP ile batalım der gibiler. ABD ve AB ise hızır gibi. Ama buna rağmen işçilerin ve emekçilerin sorunları çözülmüyor. Emeklilere ise niye hâlâ yaşıyorsun misli bakılıyor. Bir an önce gitse de maaş vermekten kurtulsak diyorlar. İşçilerden kesilmiş işsizlik fonu 50 KATİRİLYONA dayandı ve patronlara kullandırtılıyor. Bu mu AKP nin ilericiliği. Bazen herhalde solcu arkadaşlarımız dalga geçiyor diye düşünüyorum, düşününce dalga geçmediklerini gerçekten AKP yi ilerici, hatta devrimci, hatta ileri demokrasiyi getirecek diye söylüyorlar. Ciddi ciddi hem de. İşte o zaman bu ne ahmaklık diyorum. Ama asıl olanın ahmaklık olamayacağını, çanak yalayıcılığı olduğunu düşünüyorum. Ahmaklığa yatıyorlar yani. Fiziği ezbere bilen, kimyayı su gibi anlatan, matematik problemlerini arkası dönük çözen profesörler buna nasıl inanır, ben onlara nasıl profesör derim, çocuklarımı nasıl onlara teslime derim. Hayır kardeşim, düpedüz ve hızla ortaçağa giriyoruz. Olmaz demeyin. AKP de ilerici olursa, başka her şey olur. Oluyor. Yani AKP 12 Eylülün,12 Eylül rejiminin ve TC olarak anılan burjuva cumhuriyetin devamı ve sonucudur. Ne ki, bu cumhuriyetle de barışık olmadığı için, bir taraftan aralarında kavga sürüyor, diğer taraftan aşağıdaki illuzyon nedeniyle halka aval aval bu kavgaya bakıp, kafasını kaşıyor. Kavga üst düzeyde ve aralarında gibi görünse de bir sınıf kavgasıdır. İlericilik ile gericiliği kavgasıdır ve aralarında gericiliğe karşı olanların çok olduğunu görünce pek bir telaşa düşüyorlar. Ama birbirlerini ikna edemediler. O nedenle başlangıçta, yani AKP yeni hükümet iken, iki tarafta mülayimdi. Sonra sertleşti kavga ve iş ilericilik -gericilik eksenine, laiklik-dincilik eksenine ve giderek, burjuva demokratik cumhuriyet-gerici, dinci faşist padişahlık eksenine oturuverdi. Şimdi CUMHURİYET gazetesi bile, tehlikeyi görüyor musunuz diye sormuyor. Tüsiad gibi yapıyor. Devamlılık budur. Bakın Haber Türk’e sabah akşam osmanlıyı cilalayıp, halkımızın bilincini artırıyorlar, osmanlı cumhuriyetine hazırlıyorlar demek istiyorum. Ama kavganın özü sınıfsaldır. Hepsi emperyalist burjuvazinin ömrünü sonsuz kılmak içindir. Tarihin ilerleme çizgisine göre bu mümkün değildir ve bunu onlar da biliyor o nedenle, zorba da kurnazlık çok deriz ya, kurnazlığı ortaçağa dönmekte bulmuşlar. Bilimi de kandırıyorlar. Adeta alay ediyorlar. Ama bunun için çaba gerekli ve bu çabaya insanları kitlesel olarak sürüleştirmeyi yerleştirmeli. Öyle de yapıyorlar. En belirleyici sürüleştirme, akıl bozucu etmen Tanrı sevgisi ya da korkusudur. Cennet hayalidir. İşçilere, emekçiler ekmek arası simit verirken, kalanını cennete havale ediyorlar. Bu ortaçağdır işte. Okuyun kroniklerini hep cennet-cehennem ya da deccal misli canavarlar ya da mesih misli kurtarıcılar. O nedenle İsa’yı yedekte tutuyorlar. En baba mesih odur ve başkaları da var. İşte böyle sürüleştiriyorlar ve maalesef sürüleştirmeye solcuların içinden başlıyorlar. Önce onların aklını bozuyor ki, onlar da akıl bozucu olsunlar. Öyle değil mi akıl taşıyan arkadaşlar, her tarafı imam hatip mezunları sarmışken, siz ortada bir ilericilik, bir sol rüzgar görebiliyor musunuz. Yemesini bilmedikleri paraları biriktiriyorlar. En çok harcadıkları isim yazan çoraplaradır. O da belki promosyon oluyor. Bilmiyorum. O nedenle "HAYIR" diyerek, bozulan akıllara şok yaratmak gerek. Bozan akıllara da şok olacak ve yanlışları zincirleme reaksiyon gösterecek, kuyularına dönecekler. Kendileri açtı. Zanlı kendi akıttığı kana koşarmış, ondan kaçamazmış. Onlar da öyle açtıkları kuyulardan kaçamayacaklar. Onlara ait, bırakamazlar, içini mutlaka dolduracaklar. "EVET" dersek, bizimle, ama daha çok işçilerin en akıllıları ile dolduracaklar. "HAYIR" her şeylerine hayır demiş olacağız ve onlara sadece açtıkları kuyuları bırakacağız. İçine girecekler. Onlarındır. Ne yaparlarsa yapsınlar ama bizi sokamayacaklar. AKP nin hazırladığı/güçlendirdiği 12 Eylül anayasasına "HAYIR " demenin anlamı budur. Ben "HAYIR " demek için de çağırmıyorum, ben "HAYIR" ın anlamını ifade etmeye çalışıyorum. "EVET " üzerinde durmuyorum, o bellidir, AKP nin paçasına yapışan ve gitme kal biz sensiz ne yaparız diyen herkes "EVET " demek zorundadır ve "EVET " e çağıracaktır. Her ne olursa olsun tarihin ilerleme çizgisidir belirleyici olan, yani emek sürecidir demek istiyorum yarım kaldı, süren bu iç savaş, bir sınıf kavgasıdır ve işçi sınıfı, emekçiler, ilerlemeden yana aydın insanlar bu kavgada taraftır. Bu kavga 12 Eylül rejimine karşıdır, gericiliğe
karşıdır, emperyalizme karşıdır, velhasıl tekellere, onların düzenine karşıdır. AKP bu noktadadır ve karşı olmamız bundandır. AKP ye karşı olmak,12 Eylüle karşı olmaktır. 12 Eylülcüler AKP ye, rejimlerinin iyiden iyiye konuşlandırması için yol açtıklarına pişman olacaklar. Çünkü AKP bir kuyu kazıcıdır. Ama kapatmayı unutuyor. Tekeller kapatmaya yetişemiyor ve kuyular onlarındır, tekellerindir ve neye niyet neye kısmet
olacaktır. AKP sınıf kavgasını ilericilik gericilik hattına taşımıştır ve sınıf mücadelesini hatırlatmıştır, sınıflar sınıf olduğunun farkına varmıştır. Kuyu kazmak budur. Tekeller o nedenle hem ölmüş ata tekme atıyor ve hem de kırbaç sallıyor. Hem gitse artık diyor, hem de gitme kal biz sensiz ne yaparız diyor. Unutmadan bu kuyular ED PARTİLERE DE AİTTİR. Bütün sahtekar solculara da, devşirme aydınlara da. Kuyular onlarındır. İstedikleri gibi doldursunlar ama işçi sınıfını, emekçi halkları oraya dolduramayacaklar. İşçiler, emekçiler, emekliler ekmek arası simite de razı olmayacaklar. Cennetle de kanmayacaklar.
20.Temmuz 2010


Fikret Uzun

17 Temmuz 2010 Cumartesi

PRAGMATİZM ve ÖDPnin HAYIR AÇILIMI!

Gümüzde PRAGMATİZM bir köylü kurnazlığı halini almıştır ve apaçık ortadadır ki, bu ÖDEP te de vardır. Ufuk Uras yapacağını yaparak, nur topu bir STK formunda ÖDEPi tabansız bir halde devyolculara bırakıp artık devlet durumu içinde hareket ettiğini saklamaya gerek duymayacak şekilde mecliste yerini almıştır. (Obama’yı ayakta alkışlayarak bunu gösterme gereği duyması da ayrı bir ilginçliktir) gelelim ÖDEPin pragmatikliğine ki, bu, burjuva partilerin hepsinde politik kurnazlık olarak meşrulaşmıştır, referandum da bir STK modunda olan yani tekellerin devleti ile yönetişim içinde olan ÖDEP ten "EVET" denmesi beklenirken dolayısıyla bu kadar da açık yapmayacağı için bunu " BOYKOT" ile yerine getirmesi beklenirken,"HAYIR" dediğini ilan etmesi elbette birçok kişide hayret uyandırmış ve inandırıcı bulunmamıştır. Ama bu bir politikadır ve içinde pragmatizm olduğuna göre, "HAYIR" kararı vermeleri gayet normaldir. İki nedenle normaldir: birincisi zaten ne derlerse desinler, sonucu değiştirecek bir kitlesellik içinde değillerdir, ikincisi "HAYIR" diyerek ölmüş ata kırbaç vurmak yerine, tekme atmak misali hareket etmekte ve gelen günlerin manvralarına hazırlanmaktadır. Bunu mutlaklaştırmıyorum ama kuvvetle muhtemel olanı söylüyorum.
Diğer yandan nasıl ki 12 Eylül faşist darbesi ve devam eden rejimi, ABD emepryalizmi menşeli ise, AKP nin 12 Eylül anayasasında da aynı yerin parmak izi veya ayak izi olduğu birçok basın yayın organında, belgeleriyle gösterilmektedir ve burada önemli olan AKP nin 12 Eylül anayasasının gerçekte tekellerin ve ABD-AB emperyalistlerinin YDD emellerinin gereğidir ve ucu bütün dünyadaki emperyalist gericiliğin, dinciliğin, çağdışı tersine gidişin Türkiye’deki yansıması olan Türk-İslam tabanlı bir faşist diktatörlüğün geniş tabanlı olarak konuşlanmasına yöneliktir.
Bu da daha sonraki aşamada, bu gün itibarıyla, bugüne kadar ki işlevi bir yana, tarihin ilerleme çizgisinin gerisine doğru yönelmiş olan Emperyalizmle uyumlu bir osmanik faşist diktatörlüğün ifadesi olan cumhuriyete karşı, tarihin ilerleme çizgisinin gerisine gitmemekte direnen bir tarihsel kategori olan TC nin tamamen ortadan kaldırılıp, coğrafi olarak da parçalanmasına yönelik olarak yeni hamlelere kapı açacak, bu hamleleri kolaylaştıracak, başka ifadeyle tekelci burjuvazinin, daha genişletirsek bu siteme mecburen uyumlandırılmış ya da kendiliğinden uyumlanmış genel olarak tüm burjuvazinin kendi içindeki ikna çalışması da böylece tamamlanmış olacaktır.
Bu da bölgede Kürtlere verilmiş gibi lanse edilen bir büyük İsrail devletinin hegemonyasında, küçük ama parçalarıyla beraber büyük olan ve de emperyalizmin şirket modunda bir parçası olan Türkiye’yi yaratacak kapıları açacaktır. İşte asıl önemli noktalar ve sol jargonlu üstelik devrim yapmaktan söz eden bir grubun işlettiği ÖDEP in, atladığı ve mücadeleyi tartışma boyutuna çekerek, düzen içine hapsetmeye yönelik olarak ortaya koyduğu "hayır" bu noktalardan tümüyle uzaktır. O nedenle bu "hayır" kararının da bir mutlaklığı yoktur. Eğer devlet durumu gereği, tekellere ÖDEPin oyları da gerekirse, bu "hayır" kararı, bir anda "evet"e dönemese de,"boykot" a dönebilir. Çünkü serde pragmatizm vardır ve pragmatizm iki yönlüdür. “Hayır” konusunda anlatmak istediğim budur.
Diğer yandan, metindeki, "İHTİYACIMIZ EŞİTLİKÇİ ÖZGÜRLÜKÇÜ DEMOKRATİK YENİ BİR ANAYASADIR" ifadesi de dediklerimi teyit etmektedir. Birincisi, kapitalist toplumda eşitlik ve özgürlük görecedir ve ağırlıklı olarak burjuvazi için güvence altına alınmıştır. Demokratik olması da, kapitalizmin henüz gelişme aşamasının ifadesidir ki tekellerin hakim olduğu bir kapitalist düzende, üstelik bu hakimiyet direkt Emperyalist burjuvazinin denetimi, gözetimi ve yönlendirmesinde ise, sıfır noktasına hapsedilmektedir ve işte 12 Eylül faşist darbesinden itibaren bu güne kadar yapılan ve yapılamayanlarının da emperyalizmin eş başkanı olan AKP eliyle yapılacak olduğu tam da budur. Ve bunu müthiş bir alicengiz oyunu ile demokrasi illuzyonu içersinde emekçi halkları alet ederek kotarmaya çalışmaktadırlar. Yani ÖDEP kendini tekeller düzeninde nereye konumlandırmıştır o onun bileceği iştir ama dışardan bakıldığında ÖDEP in bir devlet durumunun ifadesi olduğu apaçık görülmektedir. Ama eğer kendini sosyalist yelpazede göstermeye çalışıyorsa ve bunu bir "hayır" ile kotaracağını sanıyorsa yanılmaktadır. Hayır ona taban sağlamayacaktır. Taban sağlamak ve gerçekten sosyalist yelpazede AKP ile birlikte arkasındaki sınıfsal güçlere karşı da konum alacağını göstermek istiyorsa, bu toprakların ihtiyacı olanın EŞİTLİKÇİ, ÖZGÜRLÜKÇÜ, BURJUVA DEMOKRATİK BİR ANAYASA OLMADIĞINI, AKSİNE EŞİTLİKÇİKLİĞİ DE, ÖZGÜRLÜKÇÜLÜĞÜ DE, DEMOKRATİKLİĞİ DE İŞÇİLERİN VE EMEKÇİ HALKLARIN LEHİNE İŞLETİLECEK OLAN İKTİDARDA İŞÇİSINIFININ VE EMEKÇİ HALKLARIN OLDUĞU SOSYALİST CUMJURİYETİN ANAYASASI OLDUĞUNU İNARARAK VE İNANDIRARAK ORTAYA KOYMASI GEREKİR.
Gerisi lafı güzaftır. İşte mesele budur.

Fikret Uzun

AKİSTLER

Aydınlıksız aydınlar da, ruhunu çoktan şeytana satmış devşirmeler de, onların eğiticiliklerini organize edip, demokrasi illüzyonunu devam ettirmeye katkı sunan AKademİSTanbul da aynı mayadandır. Onlara AKİSTler denmektedir. Görevleri ölmüş atı kırbaçlamak misli AKEPE nin başımızdan hiç eksik olmaması için çalışmaktır. Ve o kadar öyle bu AKİSTliğe kendilerini kaptırmışlardır ki, ADALET ve KALKINMA PARTİSİni, AKEPE olarak söylemek yerine AK-PARTİ diye çığırırlar.
Çığırmayana yaptırım bile uygularlar ve kimse de bu AK ne ola ki, bu AKİSTler kim ola ki, tarihsel olarak kökleri nereye dayanır ki, bu koca koca aydın kılıklı azap zebanisinin nasıl olur da hem TARAF gazetesinde ve hem de AKİSTlerin akademik eğitim karargâhlarında konum alırlar ki, Örneğin DANYAL ORAL ÇALIŞLAR’IN Hamburg Sosyal İncelemeler Vakfı tarafından bu günlere hazırlandığı bir sır olmadığı halde onun nemenem bir solcu olduğunu, yine ÖMER LAÇİNER’in BBP başkanı YAZICIOĞLU’nun kuzeni olduğunu neden yıllarca gizlediğini ama AKP "demokrasisi" etrafında nasıl da birlikte konumlandıklarını, ETYEN MAHÇUPYAN’ın ne için ve ne zaman AKİST olduğunu, daha 2007 seçimlerinde AKP’nin başarısı üzerine bilgelik yaptığını, bunu TARAF yazarı eskimiş solcu, sahte aydın Halil Berktay’la aynı dili konuşarak, "Geştalt Switcht" in önemine değinerek gündeme taşıdığını ve daha birçoğunun çok önceden misyonlarının AKP nin önündeki engellerin temizlenmesi için çabaladıklarını, bunun için de öztürkçesi demokrasi illüzyonu kurmak olan," GESTALT SWİTCHT" etkisi yarattıklarını, kendilerinin de aynı terapiden geçirilerek eğitildiklerini ve daha birçok çelişkili ve şebekevari dinamik içinde hareket edenlerin adresinin hep bu kişilerin etrafında ve genelde TARAF karargâhında yer aldığını ve sürekli olarak AKİSTlik yaptıklarını sorgulamaz?
Oysa bu gün illuzyondan çıkmanın en önemli unsuru bu konudaki örtüleri kaldırmaktır. Bu kişiler, seçilmiş-görevli kişilerdir ve AKİST olmaları onların dönekliğinin, oportünistliğinin simgesi değildir, buna memur edilmişlerdir ve örnek olsun, BBP başkanı YAZICIOĞLU bir DERGAHın bahçesine bir şeyh mertebesinde gömülürken, aynı bahçede önünde saf tutanlardan bir tanesi Ömer LAÇİNER’dir ve bu fotoğrafın diğer karelerinde kimler vardır, kimler vardır.
Yine örnek olsun, eksen kaymasından söz edildiği günlerde AKP içindeki AKİSTlerden olan Egemen BAGİŞ, eksenlerinin kaymadığını ve İsrail ile eksenlerinin 1000(bin) yıldır aynı olduğunu ifade etmiştir. Bunlara kafa yormadan, bu anlamda örtüleri kaldırmadan, puzzle tamamlanamaz ve resmin tamamı görülemez.
Resmin tamamında ise, bu AKİSTlerin hiçbir zaman solcu olmadıklarını, aydın olmadıklarını aksine solu bozmak, aydını yeni kalıba sokmak üzere seçilip görevlendirilmiş, EGEMEN BAGİŞ in deyimiyle 1000 yıllık bağdan kopmaları mümkün olmayan, sol içindeki, aydınların içindeki azap zebanileridir.
Bunlarla ideolojik olarak mücadele etmeyi sürdürmeden ve onlardan kesinkes kopmayı beceremeden onların görevlerini yapmaya devam edecekleri bu AKİST olarak, yarın başka bir görev ile seçilmiş olmalarının gereğini yerine getireceklerdir.
Sonuç ne olur, hep birlikte dibe vururuz, dipte gördüklerimiz ise ortaçağ karanlığıdır ki artık görememek için illüzyona da gerek kalmamıştır. Ölmüş atı kırbaçlayanların kırbaçları o karanlıkta hepimiz için tekmeye dönüşecektir ve hepimizin Yaşar Kemal’in dilekçesini yazdığı köylünün deyimiyle ÖLMÜŞÜZ DE HABARIMIZ YOK bile diyecek halimizin kalmadığının resmidir. Öyleyse bu oyunu bozmanın kolaylığını, onların GESTALT SWİTCH’ine karşı, bilimi, aydınlığı, aklı ve bu topraklara, bu topraklar üzerinde yaşayan emekçi halklara duyduğumuz sevgiyi, onları diz üstü durumundan ayağa kaldırmanın hünerini, AKİSTlerin, bu seçilmiş ve kendileri de illüzyonda yaşayan azapların, AKP eliyle bu coğrafyada emperyalizm için bir dinsel, gerici, çağdışı, barbar hükümdarlık, padişahlık, halifelik kurma sevdalarının karşısında, bu sevdalarını yerine getirmek için yıkmaya çalıştıkları TC olarak vücut bulmuş tarihsel kategoriyi, parçalamaya çalıştıkları Türkiye topraklarını, işçilerin, emekçi halkların iktidarındaki SOSYALİST CUMHURİYETİ kurmak üzere savunmamız gerekmektedir. Bu oyun ancak böyle bozulabilir. Tarihin ilerleme çizgisini geriye götürmeye çalışanlara karşı, tarihin ilerleme çizgisini ileri götürmek için var olan mevcut noktayı yani TC yi savunmak ama o noktada kalmadan, o noktaya hapsolmadan, o noktanın kuyruğuna takılmadan yani o noktayı SOSYALİST İKTİDARA taşımak üzere. İşte bu topraklarda AKİSTleri yenmek için gösterilmesi gereken hüner budur.
Var mı bu hünerin anlamını kavrayan, gereklerini yerine getirmenin tarihsel önemini ciddiye alan? Yok, mu? Öyleyse, TARAF da içimizdeki Amerika olmaya devam edecek, Amerika da içimizde, burnumuzun dibinde yaşamaya devam edecek demektir. Çünkü defol Amerika demekle Amerika defolup gitmiyor, içimizdeki Amerika’dır dediğimiz için TARAF’ın yüzü kızarmıyor ve kimse de TARAF’a bizim baktığımız gibi bakmıyor. Çünkü biz böyle bakarken, diğer taraftan TARAF’ı TARAF yapan unsurlarla bulaşık yaşamaya devam ediyoruz. Onların gerçek ve resmi tamamlayan suretlerini değil, anlık ve bulanık suretlerini ortaya koyuyoruz. DANYAL ORAL ÇALIŞLAR, ETYEN MAHÇUPYAN, MURAT BELGE, YAŞAR NABİ YAĞCI, ALTAN GTİLLER( BABALARI DÂHİL) ÖMER LAÇİNER VE DİĞERLERİ KİMDİR, NECİDİR, ONLARI AYNI NOKTADA KONUMLANDIRAN ORTAK NOKTA NEDİR, BUNLAR BİR ZAMANLAR SOLCU OLMUŞMUDUR, YOKSA DEVRİM KAPISINDAN GERİ DÖNDÜRMEK İÇİN MEMUR EDİLMİŞ KİŞİLERMİDİR, KİM MEMUR ETMİŞTİR, NEDEN MEMUR ETMİŞTİR gibi soruları açığa çıkaracak şekilde puzzle tamamlamaya çalışmadan, bu toprakların bu topraklardaki işçilere, emekçi halklara dar gelmesini, kendi topraklarında köle olmasını engelleyemeyiz.
Ve son olarak, bu sahtekâr seçilmiş görevlilerin tek işlevi ve onları motive eden şey çanak yalamak değildir, tekellerin dağıttığı kırıntılar değildir. Onların yaladıkları öyle çanak çömleklere sığmadığı bir yana, onları motive eden, hiç umulmadık zamanda, hiç umulmadık tutumlar almalarına neden olan EGEMEN BAGİŞ’in işaret ettiği 1000 yıllık bağlantıdır. AKİSTlerin DNAlarındaki kodların çözümü bu noktaya derinlemesine bakmakla mümkündür.

17 Temmuz 2010
Fikret Uzun

7 Temmuz 2010 Çarşamba

SOVYETLER BİRLİĞİ KOMÜNİST PARTİSİ, TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ, LİKİDASYON VE KAPİTALİST RESTORASYON

Sovyetler Birliğinde olanlar ya da onunla ilişkili komünist ve işçi partilerinde olanlar, bir birine bağlı olsa da, Nabilerin grup olarak partiye katılmaları, katılanların içinden, katılana kadarki lider konumlarını koruyanların, aynı konumda TKP’nin üst organlarına koopte edilmesi ve bu partiyi arayan kişilerin örgütlenme konusunda tam serbesti içinde olmaları sonunda da hızla Likidasyona giden yolun taşlarını döşemeleri için, partide elverişli bir ortamın olduğundan söz ediyorum. Bundan da şu sonuç çıkmamalı, partiyi karalamak ve bir takım değerleri altüst etmek değil amacım. Sadece tespit yapıyorum ve burada önemli olan, bu tespite bağlı olarak, Nabilerin bu denli hızla ve serbestlik içinde hareket etmesinin yol haritası güzergâhında ne gibi suç ortaklıkları ve kimler tarafından yapıldığı üzerinde de durulması gerekmektedir diye dikkat çekiyorum dahası, bu güzergâhta baştan itibaren aracılık yapan ama aracılık yaptıktan sonra, nedir, necidir, partideki görevi nedir gibi soruları muallâkta bırakan bir sessizlik var. Bu Selma Ashwort isimli görevlidir.
Diğer yandan çöküşle ilgili tartışmaya açtığım yazılar da var. Yazının sonundaki dört yazı linki bu anlamda önemlidir.
Her ne olursa olsun, bizler ne kadar geçmişe bağlı kalarak, yeniye eğilmekte ne denli tutuk davranırsak davranalım, mutlaka, 21. yüzyıla denk düşecek politik bir proleter savaşım mekanizması kendini gösterecektir. Bu ihtiyaç kendini epeydir dayatıyor. Ama bu malzemesiz olabilecek, kurulabilecek, çalıştırılabilecek ve sonuç alınabilecek bir mekanizma değil. Kendi kendine, kendini göstermeyecek. Ne var ki, biraz zaman alacak. Öyle görünüyor. Çünkü hiçbirimiz yeterince bütünsel bakamıyoruz, buna en çok çaba sarf eden kendim olduğumu düşünüyorum ama ben bile yeterince bunu başarabildiğime inanmıyorum. Mutlaka eksiklerim var ki, bütünsel bakılabilmesi konusunda model yaratamıyorum. Öte yandan ben, Marksist-Leninist teorinin ışığında, görülmeyeni görmeye ve göstermeye çalıştığıma inanıyorum Marksist bakış açısı ile bakmadan bütünsel olanı ve görülmeyeni görmenin mümkün olacağını sanmıyorum.
SBKP ismini yazmadığımdan ve senin bunu eklediğinden söz ediyorsun. Bunun anlamı nedir, yani sakatlık oradan mı başlıyor, Lenin öldü, Stalin’le beraber SBKP den akan olumsuzluklar her yeri sardı mı demek istiyorsun. Öyle demek istiyorsan, hemen belirtmeliyim ki, Hayır, mesele öyle değil ama bunu tekrar göstermem için gene epey vaktini almam gerekiyor. O nedenle aşağıya dört adet link verdim. Fakat yine de şu kadarını söylemek gerekirse, Sovyetler birliği ve SBKP olayı öyle bir kaç satıra sığdırılabilecek bir olgu değildir. Ekim Devrimi öncesini de kapsayan, Avrupa’da devrim beklenirken gecikmiş olması ile de bağlı olan ve pratiğin dayattığı sorunların sosyalist devrimle çözülmesi gerektiği ile de ilgili olan ve ekim devriminden itibaren adı tek ülkede sosyalizm olarak kavramlaşan bir sosyalizm kuruculuğu sürecini kapsayan 70–80 belki de, daha fazlasını kapsayan bir dönemin ifadesidir.
Lenin’in ölümünden sonrası diye nitelenen süreçteki birçok olgu ve soruna yaklaşım biçiminin, politik pratiker yansıması ve bunların mecburen teorik olarak biçimlendirilmesi, daha Lenin’in sağlığında başlamıştır. NEP bunlardan biridir ve merkezinde ayni vergi vardır. Dahası devlet kapitalizmi vardır. Evet, evet, sosyalizmde devlet kapitalizmi. Daha doğru ifadeyle, sosyalizmde devam eden küçük burjuva kapitalizmini yenmek için, devlet kapitalizmi. Ama bunlar geçici ve tümüyle Proletarya diktatörlüğü koşullarındaki sınıf mücadelesinin taktiklerindendir. Emniyet sübabı ise, proletarya diktatörlüğü ve bu temelde sürdürülen ideolojik mücadeledir. Bu Lenin’den sonra da sürdürülmüş, Stalin’e bunun için tek kelime eleştiri sarf etmeyenler, kapitalizmin ekonomi politiğinin ifadesi olan bu pratiği, sosyalizmin ekonomi politiği olarak kalıcı bir teori haline getirmek için yoğun çaba sarf etmişlerdir. Eğer bunda bir sakatlık varsa ve bu güne geliyorsa, Lenin’e yazmak gerekir ki, bunu Lenin’in ne için yaptığını anlamadan, bu yazım işi bizi farklı yerlere götürür. Öte yandan, bu gerçekten Lenin’in hanesine yazılacak bir süreçtir ve Lenin bu şekilde, genç Sovyet sosyalizmine karşı yükselen küçük burjuva temelli ayaklanmaları, bir taraftan proletarya diktatörlüğünü işleterek, diğer yandan ve daha önemseyerek NEP ile yıkıcı boyutlara ulaşmasının önünü almıştır.
İkincisi eşitlikçilik ilkesinde takılı kalınmasıdır, köylüden bozma işçiler, Sovyet devleti tarafından eğitildikleri için, bunun karşılığında kalifiye olduklarını, o nedenle de eşit işe eşit ücret ilkesi gereği daha fazla ücret istediklerini belirterek isyan etmektedirler. Öte yandan, sanayinin gelişmesi, savaşın yaralarının sarılması ve açlık, kıtlık sorununun aşılması gerekmektedir. Uzun hikâye. Bütün bunlar, Lenin zamanında başlamış ve öldükten sonra da bir süre devam etmiştir. Ama Lenin sonrası diye ayırarak, bütün melanetin Lenin’in ölümünden sonra geldiği şeklindeki kolaycı yaklaşım bizi eninde sonunda, ANTİ- STALİNİZM e götürür ki, oradan da ANTİ-LENİNİZM e giden yol çok kısadır. Dahası Barış içinde bir arada yaşama politikası da Lenin’e yazılacak bir politikadır ki, tek ülkede sosyalizmin dayattığı bir pratik zorlamanın ifadesidir. Üzerinde konuşmak, olumlu yanları yanında, olumsuz yanlarını masaya yatırmak sayfalar alır. Ama bu Stalin’in ölümüne yakın genel ve kalıcı teori haline getirilmiştir. Şimdi aklıma gelenler bunlar. Ve Sovyetlerdeki çöküşle bağlantı bu olgularla kurulmamaktadır. Bağlantı hep, Proletarya Diktatörlüğünün, kapitalizme geri dönme heveslilerinin örgütlenmelerine ve propaganda özgürlüğü kazanmak için direnmelerine karşı işletilen, demokratik olmadığı şeklinde lanse edilen yanı ile ilgilidir. Hem haksız bir nitelemedir ve hem de adı üstünde, burjuvazi işçi sınıfına ne kadar örgütlenme hakkı verdiyse, ya da vermediyse, yani bu yönde işleyen yasalar, burjuva hukuku içersinde ise ki, tekeller döneminde burjuvazi kendi yasalarını da rafa kaldırır, proletarya diktatörlüğü de yasalar çerçevesinde, sosyalizmin hukuku çerçevesinde egemen olan sınıfa daha fazla, sömürmek için örgütlenme hakkı isteyecek olan burjuvaziye, yani eski egemen sınıfa, bu temelde hak tanımamaktadır. İşte asıl sorun buradadır ve bu temel ilke, sosyalizm kuruculuğunun vazgeçilmez ilkesi, bu kuruculuğa denk düşecek biçimde işletilmediği için, işin içine demokratizm girdiği için çöküş kolayca olmuştur. Ya da başka ifadeyle, sosyalizm kuruculuğu, sosyalist düzen savunmaya geçerek, yerinde saymaya, kuruculuğu geciktirmeye başladığı için, sekteye uğramış ve gerilemiştir.
Diğer önemli bir nokta da, Troçki ile Stalin arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı da, Stalin’e bağlama, Lenin sonrası melanetin bir parçası olarak gösterme çabalarıdır. Oysa bu karşıtlık daha Lenin zamanında başlamış ve Troçky’nin en önemli, can alıcı konularda Menşeviklerin yanında yer aldığını Lenin’in eserlerinde kendi söylemiyle duymak mümkündür. Burada da, yanlış, olsa olsa Troçki’ye, tanınan toleranstır. Ama Troçki’ye yapılan ne Lenin’den gelen, ne de Stalin’e yazılacak bir yanlış yoktur, yanlış hep Troçki’den gelmiş, ama Sovyet iç savaşında gösterdiği cesaret ve başarı nedeniyle kendisine son derece tolerans tanınmıştır.
Lenin’den sonra yapışan ve dışarıdan gelen saldırıların şiddetine denk düşen yansımalar, bir yanıyla Sovyetlerin iç sorunlarından yükselmiştir, bir yanıyla dışarıdan gelen saldırıya karşı savunma noktalarına çekilmek zorunda kalmanın ifadesidir. İkisi de bir noktada demokratizm olarak çakışmıştır. Barış ve insan hakları da devreye girince iki sistemin kolaylıkla bir düzlemde ideolojik olarak barışma ve birbirlerine yaklaşma noktasının kapıları açılmıştır.
İşte bu, içerde başlayan ikiyüzlü kapitalizme özlem kampanyasını, yeraltından, kolaylıkla örgütlenecek şekilde yer üstüne çıkarmıştır. Bu da proletarya diktatörlüğünden burjuvazi lehine vazgeçmenin momentlerini hızlandırmıştır. Kapitalist restorasyon basamaklarını artırmıştır. Bunda SBKP’nin elbette kusurları vardır ama bu kusur bugün TKP üzerinden yapılanlar gibi, SBKP’yi bütünleyen bütün unsurların topyekûn yaptığı bir kusur ya da, politik bir yanlışın ifadesi değildir, ideolojik bir sapmanın da ifadesi değildir ama yeraltında gelişen kapitalizme özlemin örgütlenmesi çabalarına, pratik anlamda yataklık yapacak, küçük işletmelerin yani burjuva öbeklerin oluşmasına izin verilmesi en önemli yanlışlardandır. Ancak bu, birincisi, pratiğin dayattığı bir zorunluluktan kaynaklanmıştır ama teori düzeyine çıkartılmıştır, sanki sosyalizmin ekonomi politiğinin genel yasası gibi kalıcı kılınmıştır.
İkincisi, bunda da SBKP nin bütününe kusur yükleyemeyiz, bu, tepedeki çift inançlı, ikiyüzlü, sahtekâr kadroları aklamak olur. Bu tehlike her zaman vardır, Polonya’da da, Çekoslovakya’da da kendini göstermiştir ama en sinsi olanı Sovyetler birliğindedir ve arkasından Leh Valesa hareketi gelmektedir. Burada ideolojik donanım ve proletarya diktatörlüğünün, ideolojik planda sonuna kadar, tavizsiz ve şiddetle işletilmesinin başat önemde olduğu ortaya çıkmaktadır.
Öte yandan iş SBKP ile bitmiyor, Sovyetlerde bir bilim akademisi vardır ki, Reagan, yıkılıştan kısa bir süre önce, Gorbaçov’un sürgünden getirdiği Saharov’la bu akademide buluşmuştur. Bu insan hakları olarak Sovyetlere giren emperyalist kapitalizmin, ideolojik şaşırtmasının sonucu olarak orada kök salmış olduğunun resmidir. Kısa süre sonra da, Sovyetlerde restorasyon gerçekleştirilmiştir. Tek kurşun atılmadan diyenler e de aldanma, işçi sınıfı, komünist partinin direngen üyeleri elinden geleni yapmıştır ama iş bir kere yalanla dolanla geldiği için, sosyalizmin içinde imiş gibi gösterilmeye devam ettiği için, çok çok, demokratik sosyalizm olacakmış gibi algılandığı için, restorasyon tereyağından kıl çeker misli kolay tamamlanmıştır.
O nedenle, evet her şey birbirine bağlıdır ama TKP de olanın, SBKP den gelen bir virüsle bağlı olduğu şeklinde ya da, ona bağımlı olmanın getirdiği bir sonuç olarak algılarsak, TKP’nin iç dinamiğindeki aksaklıkları göz ardı etmiş oluruz, hatta yok saymış oluruz. Ve bunun ucu, Nabileri bile aklamaya götürür ki, bu, temelden yanlış bir sonucu, doğru imiş gibi algılamayı getirir. Böylece de, eskinin kopyası bir yapıyı, bu güne monte etmede hiç bir sakınca görülmez, bu konuda sorgulayanların, çözümleme yapılmasını isteyenlerin, görülmeyenlerin su yüzüne çıkmasını isteyenlerin ,"oyunbozan" olarak lanse edilebilmesi kolaylaşır.
Türkiye’deki parti sorunu, diğer coğrafyalardaki parti sorunu yanında, sosyoekonomik yapıları ile de ilintili bir yol ayrımında olma olgusu içersinde irdelenmelidir. Bugün, bu coğrafyada, İsrail’de, İran’da, Rusya’da, diğer birçok Arap ve Türkî devletlerde, halklar bazında olanlar ile hükümetler bazında olanlar ve bunların emperyalizmle ilintisi yanında, Türkiye ile ilintisi, Parti sorununun çözümünde de belirleyici olacak momentler içermektedir. Keza Kürt sorunu ve bu sorunun çerçevesi içine giren iç ve dış dinamiklerdeki gelişmeler de bu konuda belirleyici unsurdur. Bunu tek başıma ne ben bütünleyebilirim, ne de sen veya bir başkası. Bu hem Türkiye’deki sosyalistlerin, komünistlerin ve onlara yakın cephede duran aydınların, devrimci- demokratların yaklaşımı ile bağlı iken, en azından bu bölgedeki sosyalistlerin, komünistlerin ve devrimci-demokratların ve yine bunlarla bağlı aydınların birbirleri aralarındaki etkileşim ile de bağlıdır.
Öyleyse birincisi, bu bölgedeki sosyalist eksende yer alan ayrı ayrı sınıf partileri ya da demokratik örgütlenmelerin toplumsal dayanakları motomot aynı olmasa da, politikaları birbirine denklik taşımak zorundadır ve şekillenmesi de bu temelde yani birbirine denkleşerek ilerleyecektir. Türkiye’deki komünist partisinin de bu somut gerçeklikten ayrı hareket etmesi, kendini şekillendirmesi beklenemez. Öyleyse hedefle bağlı ilerleyen, nesnel ve öznel olarak gelişen, kalınlaşan, netleşen eksen, komünist partisinin bu eksene doğru kendisini şekillendirmesini de getirecektir. O nedenle demek ki, öznel bir kurgudan uzak, nesnel şartların belirleyiciliği üzerinden gelişen iradi bir süreç gerekiyor. Ancak böyle, komünist partisi, kitleleri bu eksene çekebilecek öncülük vasfını, politikalarına yansıtabilir.
Fikret Uzun

http://groups. google.com. tr/group/ fikret-uzun- yazilari/ browse_thread/ thread/fe2733826 2d8a58f?hl= tr#

http://groups. google.com. tr/group/ fikret-uzun- yazilari/ browse_thread/ thread/403881612 6e63cda?hl= tr#

http://groups. google.com. tr/group/ fikret-uzun- yazilari/ browse_thread/ thread/e4dbaddf8 ad04409?hl= tr#

http://groups. google.com. tr/group/ fikret-uzun- yazilari/ browse_thread/ thread/e346367e8 1656dcd?hl= tr#

5 Temmuz 2010 Pazartesi

BÜYÜK MANİPÜLASYONLAR, GLADYO VE SOSYALİZM KORKUSU ÜZERİNE

BÜYÜK MANİPÜLASYONLAR, GLADYO VE SOSYALİZM KORKUSU ÜZERİNE

Vah vah Amerika kendi kurduğu derin devletini yok yere zindanlarda çürütüyor mu diyoruz. Böyle bir şey demiyoruz, her ne kadar kimi kendi evlatlarını yese de, özünde bir korku jeneratörü yaratmanın manipulasyonu olduğunu söylüyoruz ama asıl yaptığımız soruları açığa çıkarmaktır. ABD, NATO, CIA kendi örgütünü neden çökertir, zindana atar, attırır? Son kullanım tarihi mi bitti? Yoksa bunun üzerinden yenisini mi devreye sokacak? Evet devlet aynı, hep söylediğim gibi, bir devamlılık var, ama rejime TC dar geliyor. TC henüz,12 Eylül rejiminin son darbeyi vurması ve ABD-AB emperyalizminin ve de İSRAİL’İN bölgedeki emelleri doğrultusunda yapmak istediklerinin önündeki engel dinamikleri koruyan bir TC’dir. Ama biz de biliyoruz ki, o TC yönetimi son tahlilde, sosyalist cumhuriyetin gerisinde olan, karşısında olan, amansız düşmanı olan ve türlü hainlikleri olan ve hatta sırf sosyalist hareketi Kemalizm’in kuyruğuna takarak bitiremediği için bu işi, gerici dinci akımlara havale ederek, yönetimden çekilen, -çekilen diyorum, paylaşan demiyorum, -sonunda da kendine ihanet ettiği, kitleler tarafından bile artık açıkça fark edilen TC yönetimidir.
Ama bu ayrıdır ve söz konusu olan TC yönetimi değildir, tarihsel ve toplumsal kategori olarak şu an için, tarihin ilerleme çizgisinin gerisine götürülmeye çalışılan bu kategori, bu noktada Emperyalizmin ve var olan rejimin, yani 12 Eylül rejiminin, yani yeni Osmanlıcılık oynayan gerici, dinci kadroların ortaçağa, site devletlerine, parça pinçik edilmiş bir Türkiye ile emperyalist tekellerin talan ettiği bir sömürgeler cehennemine doğru götürmesine karşı olan, zemzemle yıkanmış olmasa da, eninde sonunda sosyalist harekete de karşı olacak olsa da, tarihsel ve toplumsal olarak ileri bir noktadır. Kişiler önemli değildir ve TC de, Emperyalizmde gerektiğinde kendi evlatlarını yer. Evet kendi aralarında bir konsensüs de mümkün ama zaman ilerledikçe, çelişkiler arttıkça, emek sürecinin yükselttiği çelişkiler bütün çelişkileri kendine bağlamaya aday ise, en azından emperyalist burjuvazi, tekeller bunu göze alamıyorsa, konsensüsünde şansı azalmaktadır. O nedenle, yanlış ve telaşlı, program dışı hareket etmek durumunda kalırlar ve öyle de oluyor. Bunu hızlandırmak, emek sürecinin belirleyici rolünü artırmak için sosyalistlerin, en başta onların görevidir. Yoksa mesele vah generalleri neden hapse atıyorlar onlar suçsuz meselesi değildir. Hiçbir şey bu kadar basit değil. Tepede oynanan tiyatroya yıllar önce dikkat çekerken de aynını diyorlardı, yani sizin dediğinizi diyorlardı, "komünist yok sosyalist yok ne darbesi siz de bu saçmalıklara inanıyorsunuz. Hiç it itin ayağına basar mı.." ama zaman denilenleri doğruluyor, sizin hâlâ dediğinizi değil. Biz salak mıyız, biz 12 Eylülü yaşamadık mı, biz ordunun en azından üst komutanlığın sınıfsal yapısını, bağlantısını bilmiyor, göremiyor muyuz.
Hepsi ortada ama bu ülkede, bizzat bu Kemalist tabakanın, üst kadroların sökemediği bir dinamik var, o dinamik de kandırıldığını, kendilerine ihanet edildiğini görmüş durumdadır, daha fazlasını ne üst komutanlık, ne de diğer bağlantılar kaldıramaz. O nedenle, hem içerde, hem de dışarda komşularda hızla büyük manipulasyonlar kapıdadır.
İşte, 500 binlik profesyonel ordu lafzı. İşte kamu güvenliği teşkilatı. İşte belediyelerin özerkliğe doğru vaveyla koparması, işte Tayyip Erdoğan’ın, NATO’yu buraya çağırması. Hatırlayalım daha önce sınırları, TC ordusundan alıp, sivil güvenliğe verilmesi konuşuldu belki hazırlığı da yürüyor. Hepsini üst üste koyarsak, bu sizce hâlâ, iki itin birbirini yemesi gibi mi görülüyor. Emperyalistler burada sonuca giderken, en ufak bir kaçak istemiyorlar. Emek sürecinden yükselecek bir kaçak, her şeyi altüst edecektir.
Eğer sosyalist hareketten hâlâ korkmasalar bunca oyuna ne gerek var. Ordu onların, hükümet onların, bürokrasi onların, üniversiteler, polis, onların. Neden buna rağmen onca tiyatro. Neden onca hukuksuzluk. Hükümetin işine gelmeyen yerden işine gelmediği bir hukuksal karar çıktığında, hemen Ergenekonun işi, lehte çıkarsa, işte hukuk. Bu nasıl iş böyle. Kendi burjuva hukukuna bile 12 Eylül rejimi tahammül edemiyor ve çare de, çizilen rotada belli ki, açıkça görülüyor ki, sivil diktatörlüktür. Olmaz niye diyorsunuz. İşinize gelince faşizme karşı... diye hamasi nutuklar atıyorsunuz.
Almanya’da faşizm nasıl geldi. Hitler general olarak mı darbe yaptı. Parlamentoya seçildi. Medyaya yasak getirdi. Vesaire vesaire ve sonucu biliyoruz. İtalya’da Mussolini, sosyalist partinin bir kolu idi. Devrimci şiarlarla ve meşhur roma yürüyüşü manipule edilerek ve parlamentoyu ele geçirerek faşist diktatörlüğünü yerleştirdi. Yerleşene kadar parlamentoda komünist partisi de vardı. Biz ahmak değiliz ama ahmaklığı siz sanırım başka yerde arıyorsunuz. Eğer bilinçli bir saptırma içinde değilseniz dediklerimden alınmayıp, enine boyuna dediklerinizi sorgularsınız. Dediğimizin TC yandaşlığı olmadığını, generallere âşık olmadığımızı, NATO’nun ne olduğunu bildiğimizi, hatta şimdi artıklarını da Ergenekon çukurunun içine attıklarının örgütü olan GLADYO yu da onun kurduğunu, bu işin ta Vietnam’a kadar uzandığını, oraya da demokrasi ve kalkınma getirme bahanesi ile girdiklerini, oradaki kasap büyükelçinin, CIA ajanının daha sonra Türkiye’ye görevlendirildiğini, öğrencilerin bu adamın üniversitede ne işi var diyerek aracını yaktıklarını yani Komer olduğunu da biliyoruz, unutmuyoruz. O zaman, komünizmi önleme cemiyetlerinin, ilim yayma cemiyetlerinin, eli kanlı faşist ülkücülerin bu derin devlet mekanizması olan gladyo ile bağlı olduğunu da biliyoruz.
Şimdi, o zaman ABD donanmasına, emperyalizme karşı mücadele edenleri avlayan o örgüte yardım edenler, emrinde çalışanlar, en büyük GLADYO karşıtı kesildiler. İşte asıl sizin göremediğiniz burasıdır. Onlar hâlâ GLADYONUN emrinde ve komünizme karşı, sosyalist harekete karşıdır. İşte onlarla omuz omuza "darbelere dur de !" diyerek faşizmi önleyeceklerini zanneden varsa onlar ahmaktır. Ama o ahmaklıklarını bir türlü genele yayamadılar. Yayamayacaklar.
Bu topraklardan Gladyo da, her ne şekilde olursa olsun, emperyalist suç örgütlerinin devletle bağlantılı olan örgütleri eninde sonunda tarihin çöplüğüne gidecektir. Vietnam’da da, Küba’da da, Latin Amerika’da da böyle oldu. Daha birçok yerde böyle olmanın sinyalleri yaşanıyor. Ve biz, üç tane generalin, bu topraklara borcunu ödemesinden söz etmiyoruz, halkın içinden gelen evlatları, emekçi halkın elbette bu topraklardaki emekçi halkların, yoksul halkın bebelerinin, aşı, sütü, eti için biriktirilmiş kaynaklarını, üç beş uluslararası tekelciye peşkeş çekilmesine seyirci kalmayacağını biliyoruz. Hepimizin o bebelere borcu var, en azından bütün borçları onların sırtına yıkıp, vurdumduymazlık yapmamayı borçluyuz onlara. Siz ne borçlusunuz bilmiyorum.
Ortada sosyalist, mosyalist yok ise, hatta bu korku da yok ise, neden hâlâ ortada komünist gömlekleri ile dolaşıp, sosyalist hareketi sulandırmaya çalışanlar var. Neden, dünün neredeyse bütün solcuları tekellerin hizmetine girmiş ama sol tonla konuşuyor, mademki bu korku yok, neden kendi aralarında bir sürü tiyatro oynuyorlar, bazıları hapiste yatıyor da sadede gelip, şu yapmak istedikleri ne ise, onu yapmıyorlar.
Yoksa siz de AKP nin gerçekten ileri demokrasi getireceğine mi inanıyorsunuz. Hadi getirmek istiyor diyelim. Mademki zaten sosyalist, mosyalist yok, tehlikesi de yok, nesnel olarak sosyalist hareketin emaresi de yok, tekeller yani onların rejiminin hükümeti, devleti neden ileri demokrasi getirmekten söz etsin Ne gereği var.
Hayır dostum, her şey özünde sosyalist harekete karşı yapılıyor, sosyalistleri, sosyalist düşünceyi tamamen yok etmek için yapılıyor. Ve geç kaldıklarını düşünerek telaşa kapılıyorlar. Hadi bize inanmıyorsun, aç Graham Fuller’i oku. Yeni Osmanlıcılıkı nasıl da ballandıra ballandıra anlatıyor. Bu burjuvaziyi, tekelcileri eğitmek içindir. Bir nevi birifing yani. Elbette burjuvazi de kendi ideolojisini öyle kolayca öğretemiyor. Ama bu öğretimde görev alacak olan sahte komünistler var. Al işte, Ahmet Kardam, Zülfü Dicleli namı diğer TKP MK üyeleridirler, ama şimdi MESSin emrinde, işçileri burjuva gelenekleri öğrensinler diye eğitmeye çalışıyorlar. Daha başka neler yapıyorlar kim bilir. Ara sıra da Taraf gazetesine geçip, oradan komünistlik oynuyorlar. Sosyalist, mosyalsit kalmasaydı bunlara ne gerek vardı, koskoca adamların tiyatro oynamasına ne gerek vardı?
Biraz aklımızı çalıştıralım. Kimseye yarın devrim olacak, sosyalist iktidar çantada keklik demiyoruz ama yine de ondan ödü patlıyor emperyalist burjuvazinin, ama dediğimiz bir şey var, emperyalizmin, kapitalizmin ve onlara yaltaklık eden bilumum sahtekârların tarihsel olarak miadı çoktan doldu. Ve bunu er geç ve çok uzun olmayan bir zamanda, belki yarın belki de daha erken, emekçi kitleler, dürüst, namuslu aydınlar, bilim adamları, solcular, sendikacılar, işçi liderleri, yurtseverler, gençler görecektir. Emperyalist burjuvazinin korkusu ve oynattığı tiyatronun esbabımucibesi bundandır.
Fikret Uzun

BURJUVAZİ TRENİNDE KOMÜNİST PARTİCİLİK

BURJUVAZİ TRENİNDE KOMÜNİST PARTİCİLİK

Merhaba TKPli arkadaş,
Tustav’daki yazılarımdan beni yeterince tanıyorsan ve gerçekten somut olarak, M-L düşmanlarına karşı M-L yi hiç kimsenin, Hatta şimdi, http://www.tkp-online.org adlı site de kurmuş olan, hem bu sitesinde, hem de Facebook kanalı ile ( başka kanalları var mı bilmiyorum) ajitasyon propaganda yaparken kim olduklarını açık edenlerin bile bu konuda, geri durduğu, ikircimli davrandığı en azından şimdi, sitesinde ve Facebooklarda boy gösteren propagandalarındaki kadar bile, M-L yi savunmadığı koşullarda M-L yi savunduğumu ve, bir anlamda M-L düşmanlarının sinsi saldırılarını püskürttüğümü ve bana artık Tustav Grupta tek kelime etme hakkı vermeye korkutacak kadar onları bozguna uğrattığımı görmüşsündür. Hatta şimdi, internette ve kimi dergilerde bu tutumumu devam ettirdiğimi görünce, buralarda da benimle uğraştıklarını, uğraşamadıkları yerde, benimle bulaşmak için çaba sarf ettiklerini de izlediğini sanıyorum.
Bu toprakların komünist hareketi TKP ile sınırlı olmamakla birlikte, hemen hemen bütün sınıf tandanslı, olsun, olmasın devrimci hareketlerin hepsi TKP nin eteklerinden dökülmüştür. Ama öte yandan, ne kadar sosyalist hareketi sulandırmak isteyen hareket varsa ve Kemalizm’i güçlendirmek, onu benimsetmek isteyen ve de sosyalist hareketi onun içinde eritmek isteyen ne kadar hareket varsa onlar da TKP nin eteklerinden dökülmüştür.
Ve her ne hikmetse bu eteklerinden dökülenlerle TKP zaman zaman kavga etse de, kimileri ile yine zaman zaman bir noktada buluşmuş, buluşmasa da, taktik olarak, desteklemiş veya biri ile öbürüne karşı, tutumunu göstermek için kavga etmiş veya tersini yapmıştır. Sonra da o kavga ettikleri ile daha İsmail Bilen’in sağlığında birleşmeye çalışmıştır. (Nabiler de bunu yangından mal kaçırır gibi sonuca erdirmiş, Likidasyonları için bir araç olarak kullanmıştır)
Diğer yandan, TKP ye, onu arayıp bularak gelen ve bu arayış buluşlarda sahneye hep aynı kadının çıktığı durum var. Bu durum, henüz Nabilere, ya da SİP-TKP ye eleştiri ya da mahkûmiyet dozunda ileri sürülenlerin toz dumanında ortada kalmıştır. Bu durumun birçok yanı var, burada bunu enine boyuna tartışmayacağım ama o zamanlar bilmesek, duymasak da, 12 Eylül sonrası, komünist hareketin iyice paçavraya çevrilmesi için servis edilen bilgilerden öğrendiğimize göre, bu kadının CIA ile bağlantısı olduğu açıktır. Sadece servis edilen bilgilerden değil, bu kadının sırra kadem basmasından ve TKP den kalan bütün üst düzey grupların bu konuda ağız birliği etmişçesine sus pus olması da ve hatta bu konuda grupta açılan tartışmalarda bu konunun tansiyonu yükseltmesi de bu bilgiyi doğrular mahiyettedir. Diğer bir konu, Nabilerin ve diğerlerinin Akseymen’in vesairenin ( ki bu gruplar şimdi hemen hemen hepsi tekellerin bahçesinde yeni görevleri için sıra beklemektedirler) hem gruplar halinde partiye kabul edilmeleri, hem de edilir edilmez, içlerindeki şef pozisyonundakilerin bir çırpıda TKP nin tepesine veya en kilit örgütlenme noktalarının başına yerleştirildikleri durumdur. Finishi de bu grupların bir karışımı gerçekleştirmiştir. Bunları ve daha birçok sorunun cevabını Tustav Gruptaki sözde Tarih çalışması diye ortaya konulan anlatımlardan görebiliyoruz. Şimdi, bunları yok sayarak, ne olup bittiği konusunda, net sonuçlar çıkartmadan salt Nabileri veya SİP-TKP yi eleştirerek ve bunu da hep TKP nin standart değişmeyen bildirilerdeki ruhunu, anlatım tarzını yansıtacak şekilde, bir anlamda Atılım’ın veya radyonun tutturduğu kitap harfleri olarak da tabir edebileceğimiz söylemlerle yapmak, sorunların ve olan bitenin üstünü örtmek için çaba sarf edildiğini gözlerden kaçırmamaktadır. TKP deki sorunlar, salt örgütsel değildir, bu noktaya yansıyıp, örgütlenme alanında devam ederek partinin Likide edilmesine kadar uzanan yolda, yıkıma neden olan sorunların takvimini Nabilerle başlatmak, sorunların özünün üstünü örtmek demektir. Ve partinin ayağa kaldırılmasını veya yeniden inşasını veyahut da yeni baştan kurulmasını, hepsi aynı noktaya varır,1973 eksenli ( hem örgütsel anlamda, hem de ideolojik – politik anlamda ) bir başlangıcı moment yapıp, salt Nabileri ve SİP-TKP yi eleştirerek, bir kaç gündem bildirisi yayınlayarak, bunu parti kuruldu anlamına gelecek bildirilerle tamamlamak, sorunların üzerini örtmek için acele edildiği izlenimini kuvvetlendirmektedir.
Nabiler ve diğer gruplar geldiğinde ( ki bu atılım yıllarına tekabül ediyor), onlar gelene kadar dış büro olarak tabir edilirken, aniden MK söyleminin ortaya çıkması, Mk nın ne kadar çürük çarık insanı, ne idüğü belirsiz insanı, burjuvazi adına mı partiye sızdığı belli olmayan adamı ama daha çok da, şimdi gördüğümüz kadarıyla, ne kadar çapsız insanı içine aldığını ve bunlardan sendikalara, parti organlarına, politbüroya (belki politbüronun onlarla oluştuğunu söylemek daha doğru) doldurulduğunu, likidasyona giden ve bugüne kadar uzanan yolun böyle döşendiğini hiçbir TKP üyesinin görmezden gelmesini, sorgulamadan, çözümlemeden, sorumlularını açığa çıkarmadan, bunun nedeninin, parti içi iktidar kavgası mı olduğunu, yoksa bir ideolojik sorunun yansıması mı olduğunu belirlemeden, hem de sorunların tam da hız kazandığı bir noktayı moment yaparak, TKP yi kurduk hadi hayırlı ve uğurlu olsun anlamına gelecek tutumlar içine girmesini bekleyemeyiz. Bunun yanında, ortak ilke olarak gösterilen momentin, aslında asıl ilkelerden uzaklaştırmak demek olduğu halde, kim olursan ol gel ve bu momentteki varlığını koruyarak, partiyi ayağa kaldırmada birlik ol tutumunu Leninci parti ilkelerine dayandırmaya çalışmak, Nabilerin boşluğunu doldurmak için acele edildiğini apaçık göstermektedir. En azından ben görüyorum ve bugün görülemiyorsa, çok geçmeden bunu çok daha fazla kişi ve çok daha netlikle benim gibi görecektir.


Ben de, başlangıçta Partinin ayağa kaldırılması konusunda ciddi çabalar olduğu ve eski yanlışların tekrarlanmayacağı, o yanlışlara zemin bırakmayacak denli temiz bir alanda bu çalışmaların devam edeceği ve TKP nin ve komünist hareketin bu duruma gelmesindeki, nesnel etmenler bir yana, öznel olarak, bilinçli, ya da aymazlıkla ortaya çıkan etmenleri, enine boyuna çözümleyeceğimize ve sorumlularını, salt Nabilerle sınırlı kalmadan, onların suç ortaklarını da ortaya koyabilecek şekilde deşifre edeceğimize ve uzatmayayım, böylece yepyeni bir sayfadan, bu toprakların ve işçi sınıfının, emekçi halkın ihtiyacı olan bir komünist partinin filizleneceğine inanıyor, umudumu koruyordum. Ve hatta ben de, çürümenin boyutlarının bu kadar büyük ve derin olduğunu başlangıçta bilmiyordum. Ve benim de, eksiklerim vardır ve belki de başlangıçta sorunu Nabilerle sınırlamışımdır, üstelik de, Nabilerin bu noktaya gelişlerini hareketin içindeki, aymazlıklara dayanan, örgütsel sorunlara dayanan, kendi içimizde hesabını görerek çözümlenebilecek masumane sorunlar olduğunu da düşünmüş veya otomatik olarak öyle yaklaşmış olabilirim. Ve Nabilerin hâlâ parti üzerinde vesayetinin devam ettiğini gördüğüm için de, yanlışa bulaşmamak için, uzak durmam, sorunları daha detaylı irdelememi ve görmemi engellemiş olabilir, partiyi öbekler halinde yaşatanların, kendi içindeki ve birbirleri arasındaki tutumlarındaki dar grupçu anlayışları görememiş olabilirim, o edenle de, ilk olarak Tustav Gruba girdiğimde, otomatik olarak içine girdiğim tartışmanın Marksizm-Leninizm’i sulandırmak amaçlı denemeler olduğunu göremeyip, soruna dar bakıldığı için, ya da yeterli donanım olmadığı için ortaya konulan açıklamalar, çözümlemeler olduğunu, bu anlamda, masumane tartışmalar olduğunu düşünmüş olabilir, karşı çıksam bile, dostluk çerçevesinde ve alabildiğine esnek olarak ve Marksizm-Leninizm konusunda fazlaca ahkam kesiyor görünmeden tartışmış olabilirim ama bu tartışmaların ve ortaya konulan ideolojik tutumların, aymazlıktan veya, donanımsızlıktan ziyade (ayrıca o da vardır ama o ayrıdır) bilinçli bir sulandırma ve olguları ters yüz etme çabası olduğunu gördüğüm andan itibaren, hem Nabi Yağcı’ya, hem onun etrafında bir duvar örmeye çalıştıklarını sezinlediğim belli kişilere, Marksizm –Leninizm’in ne olduğunu ısrarla ve, tümüyle dozunu da artırarak sürdürdüğüm bir ideolojik mücadele yaklaşımı ile göstermeye çalıştım. Madem ki, burası, yani TUSTAV , TKP nin tarihini gün ışığına çıkarmak ve gelecek nesillere kaynağından ve de belgelere de dayanarak, aktarmak üzere kuruldu, öyleyse iki şey önemli olmalıydı, birincisi Marksizm-Leninizm’i, tüm olumsuz görüntüye rağmen hâlâ savunmak ve, cazibesini, tarihe gömülmediğini, hâlâ yol gösterici olduğunu, bu güne gelmemizin nedeninin, onun kendi içinde olmadığını, ondan uzaklaşmakta olduğunu, ikincisi ve bundan ayrı olmayan, Marksizm-Leninizm’i teorik temel yapan TKP’nin, komünist hareketin tarihini yedi kat dibine göndermek, bu anlamda sıfırlamak üzere değil, aksine bu topraklar için ihtiyaç olan komünist partisinin bayrağını daha güçlü ve en az yanlışla hatta hiç yanlışsız bir irade gösterecek şekilde bu topraklara dikmek için çaba sarf etmek.
Ama görünen o idi ki, bunun tam tersi bir dinamiğin, özellikle de Nabi ve tarikatı eliyle hâkim kılınmaya çalışıldığı idi. Bu TUSTAV kurumunda da böyle sürdürülmeye çalışılırken, grup ise, buna teorik temel hazırlamanın alanı olarak kullanılıyordu. Bunların hepsini istisnasız ben ortaya koydum ve birçok kişinin dikkatini çekerken, bu çerçevede sürdürdükleri ideolojik saldırılarını püskürterek, geri adım atmalarını ama daha çok deşifre olmalarını sağladım. Bu arada, o iyi niyetli bakış açım da, değişmeye, gelişmeye ve bunların olsa olsa bir şebekenin elemanları olduğu yönünde, dahası bu dinamiğin yeni kurulmuş olamayacağı konusundaki düşüncelerim şekillenmeye ve netleşmeye başladı. O zamandan itibaren “Nabi, bugün nereye basıyorsa dün de aynı yere basıyordu” özdeyişimi astım, ısrarla tekrar ettim, hiç kimse ama hiç kimse, Nabiye sert Likidatör eleştirileri yönelten, uzun uzun bildiriler gönderen, TUSTAVa benden de ağır yaklaşımlarla eleştiri gönderen, şimdi muhtemelen, yukarda site adresini verdiğim yapılanmanın mimarı ve yönlendiricisi olanlar dâhil hiç kimse, bu özdeyişime itibar etmedi ve hâlâ etmemektedir.
Ama bu gelişmeleri takip ettikleri için, birçok kişi ve grup liderleri, hepsi de parti kurulması çerçevesinde hareket eden kişi ve gruplar veya onların tabiri ile öbekler, benimle temasa geçti. Uzun tartışmalarımız oldu ve hepsi, ortada var olan öbeğin herhangi birini parti olarak kabul edip ona dâhil olacağımın hesabını yaptı. Bu tartışmalar sırasında daha da netleştim ve süregelen dinamiklerin asıl ilkelerden uzak tutumlarından, Nabilere eleştiri yöneltmesinin, kendilerinin olası meydana gelebilecek boşlukları doldurmak üzere bir moment yakalamak için pusuda beklemeleri demek olabileceğini düşünmeye başladım. Bunu bana en çok düşündürenler, ÜRÜN grubu olmuştur ki sıkı takip ettiysen, biri İsveç’te, diğerleri Almanya’da olan kişilerle yoğun tartışmalarım olduğunu ve sonunda iç yüzlerini gösteren tutumları ile kendilerini ele verdiklerini ve bana kafa kol çekmek için çırpındıklarını, kendilerine bir nefer yapamadıkları gibi, maskelerini düşürdüğüm için de bana düşman kesildiklerinin açık izlerini de görmüş olmalısın. Bu arada, görüşmelerim sürüyordu ve bu gün olduğu gibi ,o gün de en net ifadelerle düşüncelerimi, eleştirilerimi, olmazsa olmazlar yanında, olursa yanlış olacakları da ortaya koyuyordum. Benim her hangi bir içi boş, komünistsiz, en azından işe yaramaz kadrolardan oluşan bir TKP ile ilgilenmediğimi ve bir kariyer ya da aidiyet kaygımın olmadığını açıkça gösterdim. Söz yerindeyse, bir TKP kuruluşunun anmasında, nasıl bir eğilimim olduğunu da ”molozları temizlemeden, o molozların üstüne inşaat yapmanın” yanlışlığını ifade ederek göstermeye çalıştığım konuşmamda, hem çok alkış almış ve hem de, aynı minvalde düşündüğümüz yansıtılarak bir birliktelik zemini oluşturulmaya çalışılmış ama ona rağmen, benim Nabiler ile ilgili açık net ve ne anlama geldiği tartışmasız olan özdeyişimin hep etrafından dolaşıldığını gördüm.
Dahası, Almanya’dan, partinin ileri geleni sıfatını üzerinden atamadığı belli olan bir kişinin de benimle, bu kanaldan bir yakınlık doğan ve açıkçası, akademik kariyeri ve yaşına rağmen gösterdiği fiziksel performans ve benim ideolojik saldırılara karşı gösterdiğim çabayı sadece överek değil, anlatımlarıyla, Marksizm-Leninizm’i savunan derli toplu ifadeleri ile de desteklemesinden olumlu yönde önyargı edindiğim birinin aracılığıyla ve nezaretinde temasa geçmesi, ortada bir teyakkuz halinin, bir kaçak noktanın olduğunun düşünülerek apar topar harekete geçildiğini daha o zaman belli etmişti. Ben yine de, prensip olarak en kötüsünü düşünsem de, iyi niyetle yaklaşmış ve neredeyse, bir direktif boyutunda verilmeye çalışılan perspektifin, son derece dar bir kıstasa ve son derece yanlış bir çerçeveye sığdırılarak dayatıldığını görmüş ve hiç çekincesiz karşı çıkmış, bu gün de sürdürdüğüm düşüncelerimi, bu kadar geniş olmasa da aktarmıştım. Bu perspektifin dayatılmasının ağırlıklı olduğu bir buluşma olduğu açıkça belli olan görüşmede, araya girerek sorduğum ve net yanıtlar alamadığım bilgiler, benim için çok daha ufuk açıcı olmuştu ve geçen zaman hem açtığım ufkun doğru olduğunu ve hem de beklediğim gibi telaşın boşuna olmadığını göstermişti.
İlk patlak ÜRÜN den geldi. Partinin kuruluş yıldönümünde veya başkası da olabilir, geçmişte TKP ye küfre yakın eleştirel uzaklıkta olan ve o zaman da, şimdi olduğu gibi SOROSUN beslemesi bir internet yayın organının yöneticisi sıfatıyla orta yerde dolaşan, tekellerin emirlerini yerine getiren Ertuğrul Kürkçü ve yine aynı Vakfın fonları ile caka satan bir STK lı hanımefendinin sırf gençlere vitrin yapmak, bunu yaparken de, Nabilere Soros yolu üzerinden yakınlaşma sinyali vermek üzere bu toplantıya davet edilmesi ve orada gençlere perspektif açmaları için mikrofon uzatmaları üzerine, hiç duraksamadan ve ikircimsiz ve de en açık ifadelerle tespitimi yaptım, ÜRÜNÜ mahkûm ederek tarih sayfasına not düşerek sorumluluğumu yerine getirdim. O tarihten itibaren, ÜRÜN ve beni o kanala sürüklemeye çalışan, Almanya’daki bazı gençler ve onların buradaki uzantıları ve İsveç’teki bir eski sendikacı ( ki çift taraflı kartviziti tarihi belge olarak arşive kaldırılmıştır) ve onlarla bağlantılı olanlar, burjuvaziye bile duymadıkları bir kinle saldırmaya ve beni ulusalcı, milliyetçi göstermeye çabaladılar. Oysa daha yakın zamana kadar Nabigillerin silahşörleri de aynı saldırı dinamiğini çalıştırıyor ama hiçbir açık nokta bırakmayacak şekilde saldırılarındaki dayanak noktalarını çürüterek, öfkelerini kabartıyordum ve o zaman bana arka çıkan bu beyzadeler, aynı saldırıyı kendileri alevlendiriyordu. Ama başarılı olamadıkları için ve ne kadar ikiyüzlüce, suçüstü yakalanmış olmanın telaşı ile hareket ettiklerini yüzlerine vurarak, herkesin görmesini sağladığım için de, Tustav Gruba alternatif olarak kurdukları bir iletişim grubunu tümden tasfiye ediyorlardı. Ve bütün bunlar, dediklerimin doğruluğunu örtbas edemediği gibi, bütün birbirine çeşitli konularda eleştiri yönelten ve benim ayranım daha tatlı demekten öteye gitmeyen yaklaşımları taşıyan öbeklerin, hiçbir ideolojik birlik, netlik, donanımlılık üzerine kaygı emaresi taşımadan salt örgütsel bir birlik peşinde koştukları görülüyor ve çerçevesi Nabilere ya da en azından onun müritleri olduğu açıkça belli olanlara kadar genişletilerek devam ediyordu. O TUSTAV ı bir şer yuvası olarak eleştirenler, çok daha fazla o dediklerine dayanak olacak kişilerin oraya doldurulmuş olmasına rağmen, birer birer o şer yuvası olarak niteledikleri yere doluşmaya, yüklü bağışlar yapmaya ve yazılar yazmaya, açıkçası göz kırpıştırmaya başlıyorlardı. Bu, her tarafından koltuk değnekli, gönlü kırık, aklı kırık, ufku daralmış, son günlerinde TKP yi yeniden ayakta görüp, gözü açık gitmemek misli bir nostaljik özlemi çağrıştıran yapıdaki kişileri bir araya getirip en küçük bir fiskede yerle bir olacak Komünist Partinin yüzü suyu hürmetine yapılıyordu ve bu temelden sakat yaklaşıma karşı çıkanları veya uzak duranları ise, neredeyse parti düşmanı ilan etme, örgüt inkârcısı sayma noktasında eleştiriler geliştiriyorlar ama bunu açık ve net olarak, muhatabının söylediklerine karşı yöneltmiyorlar, kendi içlerinde, dedikodu çerçevesini aşmayan bir boyutta yaparak, önyargı oluştururken, kendi içinde insanları kemikleştiriyorlardı. İşte ben parti konusunda da, Marksizm-Leninizm konusunda da bu merkeze yerleştirilmiş idim ve benim merkezim ise Marksizm –Leninizm iken ve bunu, tek kelime eleştiri getirerek yadsımaya güçleri de, donanımları da yetmezken, kendi içlerinde beni, dedikoduların içine hapsettikleri bir iki söylemle, örgüt inkârcısı, Leninist partiyi inkâr eden, ideolojiyi öne çıkardığım için de, Lenin’in sözlerinden alıntılarla süsleyerek beni maddi yaşamdan kopuk bir kitap kurdu, laf ebesi göstermeye yeltendiler. Ama bunu da başaramadılar, o dar anlayışlarına hapsettikleri birçok kişi hâlâ tam net olamasa da, burada bile ifade ettiklerimin altına zaman zaman imza atmakta ama ne yazık ki, o tarafla bulaşıklıklarına da devam etmektedir. Uzatmak istemediğim için kısa kısa geçiyorum ki, sonuca getirip bağlamak istiyorum; sonuçta dediğim oldu ve bütün öbekler, TKP nin ihtiyarları üzerinden, Nabilerin tetikçisi olan internet örgütlenmesi ile yerel dernek statüsü alan KUYEREL grup ile ve TUSTAV mihmandarlığında, bu konsensüsü, boşluğu dolduracaklarının garantisini verdiklerini göstererek, bir yemekli toplantı ile taçlandırmışlardır. Fotoğrafları henüz Facebooka düşmediyse, iki kez bana tosladıkları içindir ama yakında düşeceğine de emin olabilirsin.
İşte gene bir sürü şey anlattım ama bu vesileyle senin Tren üzerinden anlattıklarımdan çıkardığın sonucunun yanlış olduğunu, boşluğu doldurmak için acele edenlerin kimler olduğunu, daha önce de, bir önceki mektubumda da, açıklıkla gösterdiğimi, şimdi biraz daha derinlemesine, bir kronoloji de yaratarak göstermiş oldum.
Dahası ben bu boşluğu doldurma girişimlerinin ardındaki gerçeklere dikkat çekerek, buradaki çabaların, asıl yönünün, sağlam olmayan unsurları daha örgütlü bir şekilde burjuvaziye bağlamaya, sağlam unsurları ise, partiyi ökse kuşu niyetine kullanıp, tuzağa çekmeye dönük olduğunu açık ve net olarak ifade ediyorum. Senin de, eğer benimle ilgili söylediklerinde, inandıklarında samimi isen ama daha çok net isen, neredeyse tamamını ideolojik politik duruşuna vitrin yaptığın parti bildirisi tonunda yansıtılan ifadelerde, bu izleri göreceğine inanıyorum. En önemli izi, Ergenekon yaklaşımında, 12 Eylül rejiminin ve emperyalist burjuvazinin ve de elbette iktidar aygıtının resmi ağzı kullanmalarında görebilirsin.

Ben dün de, bu gün de, ne Partiyi inkâr ediyorum, partisizliği dayatıyorum, ne de Partiyi fetişleştirerek her ne olursa olsun, parti diyerek, bütün sorunları Partiye erteliyorum. Dediklerim dün de bu gün de bellidir ve temel olarak aynıdır. Dost bildiklerimle yaptığım mektuplaşmalarda da, ortaya astığım makalelerde de, özünde aynı temel gerçeklere dikkat çekiyorum ama belki değişik ifadeler kullanıyorum, bu anlamda, dediklerimi tekrar etmemek için, daha yeni, ortak bir dostumuza yazdığım mektupta da ifade ettiklerimi aktarmak istiyorum.
Evet, dediklerimin özü şudur, diyalektik yan göz ardı edilmeden, önceliğin teoride olduğunu vurguluyorum. Bir anlamda yaklaşımımın temel noktası burasıdır. Teori olmazsa pratik olmuyor. Proje olmazsa inşaat olmuyor. Teşhis konulmazsa tedavi olmuyor. Ama teşhise rağmen tedaviden kaçmak, projeye rağmen ters inşaat yapmak, doğru yoruma rağmen, doğru teoriye rağmen, doğru olmayan pratik mümkün oluyor, ama ölümcül sonuca götürüyor. Ya da pratiği teori imiş gibi sunmak ya da ona yapışıp kalmak ölümcül sonuçlar doğuruyor. Ve işte bu nedenle 21.YY Marksizm’i de, sosyalizmi de dünün kopyası olmayacak diyorum. Ama bu da, Marksizm’in ve sosyalist devrimin evrensel doğrularından vazgeçilecek,180 derece zıt yönde ilerlenecek demek değildir. Hayır, Marksizm’de kalarak, 21 yy. Marksizm’ini ve Leninci parti anlayışında kalarak ondan ileri bir partiyi geliştireceğiz diyorum. Ve parti, güvendiklerimizin, sırf güvendiğimiz için, doğruyu söylediklerine inandığımız ve hep ürettikleri teorileri, yönerdikleri politikaları yerine getirmek için hazır beklediğimiz bir soyut makine değildir diyorum. O makine sen ben, diğerleri olduğu için canlı bir organizmadır ve bu canlı organizma, bir bütün olarak çalıştığı sürece derinlemesine hayat verir, kitleleri sarar, düşmana kök söktürür. Tıpkı insan gibi, ikide bir başı ağrırsa, ikide bir çözümsüz kaldığında işi alkole verip sersem sepet dolaşırsa, ikide bir kabız olursa, ya da ishal olursa, ve yahut da yeterli besini alamadığı için, gün be gün zayıflarsa, veyahut da oburluk yapıp, olur olmaz besinlerle şişip, yerinden kalkamaz hale gelirse, hantallaşırsa, kış geldiğinde kış koşullarından kendini korumayı bilmeyip zatürree olursa, yaz geldiğinde fazla güneşte kalıp beyni sulanırsa ve buna benzer bir çok nedenle sağlığını bozup yine de bunu düzeltmeye çalışmazsa, canlı cenaze gibi dolaşır ya da bir hekimin teşhis ve tedavisinden medet umarak kendini hastaneye kapatır, sağlam olmayan unsurlarını iyileştirmekte geç kaldığı için, sağlam unsurlarını da aynı yere kapatmış olur diyorum. Benzetmelerim alışılagelmiş olmayabilir ama ufuk açacağına inandığım için kullanmayı yararlı buluyorum. Evet, parti de, tıpkı insanı bütünleyerek, bütün organların bir arada birbiri ile diyalektik bir bağ ile bağlı bir bütünlük ve işleyiş içinde yaratan canlı bir mekanizma gibidir. Ayrıntısını ve mekanik benzerliğini bir kenara koyarsak ve özüne inersek, ek olarak, parti de tıpkı, her hangi bir organının zaman zaman istem dışı, yani beynin insanın faaliyetini düzenleyen otomatizminden bir anlık bağımsızlıkla da olsa yaptığı yanlışı, ya o organına suçu atarak, ya da örtbas ederek yok sayması gibi bir yaklaşımı göstererek, genel yapıyı daha sonraki, aynı tarzda ama daha ölümcül sonuçlar doğuracak noktaya sürükleyebilir. Bu, beynin iyi çalışmamasından ziyade, ya da beyne diğer organların itaat etmemesinden ziyade, beynin çalışmasındaki nitelik ile diğer organlar arasındaki ilişkinin niteliğinin uyum içinde bir denklik taşımaması yanında, beyinle bir bütün oluşturan diğer organların, beyne yeterli netlikte ve hızda bilgiyi göndermesindeki niteliğin eksik dozda ya da karakterde olmasındandır. İşte partiyi bu temelde, canlı bir mekanizma olarak ele aldığımızda, mekanik bir benzetme mutlaklığı içine düşmeden, üzerinde durmamız gerekenler bunlardır. Buna dikkat edilmemesi, titizlik gösterilmemesi anlamında, bu gün yapılan bu olduğu gibi, devam edilmesi istenen de budur ve bu bilinçli olarak böyle yapılmak istenmektedir. İşte bu nedenle panzehir, ideolojik donanımdır. Vitamin de, antibiyotik de, besin maddesi de odur. O olduğu sürece, yeterli doz alındığı sürece hastalık olmaz. Doğal nedenlerden ölüm olmaz. En azından gerekli koşulları tüketmeden olmaz. Görevler yerine getirilip, yeni kuşaklara devredilmeden olmaz. Olsa da en başında teşhis edilebilir ve tedavisi gerçekleştirilebilinir. Buna rağmen başına bir şey gelirse, bu doğal olmayan ve hiç beklenmeyen ya da beklense de bundan kurtulmaya muktedir olunmayan bir nedenledir ki, o zaman da bütün organizmanın yok olmasını getirecek bir durum oluşmaz. İşte bu nedenle parti şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle kuracak, büyük bir ciddiyetle koruyacak, büyük bir ciddiyetle büyüteceksin. Ve hastalıklara karşı kendini koruyabilmesini öğreteceksin. Bunun için, önce hastalıkları tanıtacaksın, gerekirse bu hastalıkları taşıyanları göstereceksin, onlarla nasıl mücadele edeceğini, onlarla yaşarken bile onlardan hastalık kapmamayı öğreteceksin. Bunun için bilim gerektiğini anlatacaksın. Söz gelimi bilim henüz AİDS’İ, Kanseri yenmeye yeterli gelmiyorsa, öncelikle bu hastalıklara yakalanmamaya çalışmayı öğreteceksin, kanserojen maddelerden, AİDS mikrobundan uzak durmayı veya izole ederek yaklaşmayı öğreteceksin. Yani dostum canlı bir organizma, hem içgüdüsel olarak, hem öğrenerek ne yapıyorsa, Parti de o misli hareket edecektir. Yoksa daha çok gevezelik yapar ama sonuca erişemeyiz. Benim demek istediklerim bunlardır. Ve içinde, partiyi yadsıdığımın, örgütü inkâr ettiğimin izleri kesinlikle yoktur. Ama anlattıklarımda, parti içine çöreklenmiş çok büyük bir suç ortaklığının, şebekevari kollarının ahtapot misli her tarafa bulaşmasını ortaya koyan kodları bulabilirisin.
TKPli arkadaş, yolumuz aynı sözüne gelirsek, yolumuzun kiminle, kimlerle aynı olduğunu zamanın göstereceğine inanıyorum ben. Ve evet aynı yolda yürüyenlerin, bu yolu kısaltmak, daha güvenli yollarla HEDEFE bağlamak gibi hünerleri önemlidir, bunlar bir farklılık olarak nitelendirilemez ama aynı yolda, ters istikamete yürümekte diretmek, aynı farklılığın ifadesi değildir. Benim tren benzetmemdeki kodları bu temelde ele alman gerekir.
Nabilerin, sosyalizme giden yolda, aynı yoldaki bir farklılığın ama doğru yöndeki bir farklılığın, ifadesi imiş gibi yansıtarak, ters istikamete giden bir trene doluşup, hiç sorgulamadan, kuzu kuzu vagonlarda oturanların dinamiğini yaratmak ile buna isyan ederek eleştirenleri, eleştirileri bu sınırda tutarak, sorgulamaların da önüne geçerek, bu isyankârlığı, sosyalizm yolunda ters istikamete giden trenin en son vagonuna doğru koşturmanın bir dinamiği haline getirmek arasında, sosyalist iktidar yolu üzerinde ters yöne götürmeye çalışma anlamında bir fark yoktur. Birinciler, tanıyorum, biliyorum ve inanıyorum, öyleyse doğru yöne götürülüyorum derken, bu yola sokan Nabilerin yanlış yönde olduğu eleştirisi üzerinden, buna karşı çıkanları, aynı trenin, ters istikamete giden trenin, arka vagonlarına koşturmak suretiyle, trenle beraber sosyalist iktidar yolunun üzerinde ama ters yönde tutmalarının mümkün olabileceğinden söz ediyorum. Bunun da, ikinciler olduğunu yani yukarda Linkini verdiğim sitedeki TKP cilik yapanlar olduğunu yani senin Facebook profil sayfanda bolca bildiri olan TKP girişimcilerinin olduğunu söylüyorum.
Dolayısıyla sen bu trende misin, başka bir trenden mi söz ediyorsun, tam açık olmamakla birlikte, benim hazırladığım başka bir trenin olmadığı çok açıktır ve karşı çıkmam, yanlışlara dikkat çekmem, bu nedenle değildir, ama o başka trenin, senin de, benim de irademden bağımsız olarak, nesnelliğin dayattığı görev ve sorumlulukların ifadesini yansıtacak olan, Türkiye’nin hızla yükselen sınıf mücadelesinin ve en geniş anlamdaki ulusal kurtuluş mücadelesinin ateşleri içinden düdüğünü çalacak olan ve ters yöne gidenlerin işte o zaman ters yöne gittiklerini anlamalarını da netlikle sağlayacak olan tren olduğunu söylemeye çalışırken, bütün çabaların, bu trenin bu ateşler içinden çıkıp, sosyalizme giden yolda doğru istikamette yürümekte ve birikmekte olanları toplamasının engellenmesine yönelik bilinçli ve önceden tayin edilmiş görevlerin yerine getirilmesi çabaları olduğunu ısrarla vurgulamış oluyorum.
Bütün bu ifade ettiklerim bir küfür ya da hakaret değildir, sadece bir tespittir ve doğruluğu her geçen gün kanıtlanmaktadır.
Eğer yanılsaydım üzülmez, aksine sevinirdim, çünkü bu toprakların ve emekçi halklarının, gerçekten akıllı ve donanımlı kadrolara ve onların yönetiminde, bağımsız politik bir mücadele örgütüne şiddetle ihtiyacı vardır ve bu çabaların, benim dediklerimin aksine, bu ihtiyacı karşılamak üzere yola çıkanlardan oluşan bir partinin hayata geçirilmesi için olduğu kendini gösterirse, ilk önce ben sevinirim ve bütün gücümle bu partinin güçlenmesi için çaba sarf ederim. Ama söylediklerime, sonuna kadar inanmak da benim en temel hakkım, çünkü söylediklerim, öznel bir çabanın, maddi yaşamdan kopuk teorik kurguların ürünü değildir. Tam aksine, maddi yaşamla bağı son derece güçlü ve nesnellikle, en mantıklı biçimde örtüşen çıkarsamaların ürünüdür. Ve tam bu noktada, şunu da eklemek gerekiyor ki, dedikodulara hapsedilenlerin aksine, benim maddi yaşamla bağım, bu toprakların dışında, mesela Almanya’da yaşarken, bu toprakların taşıdığı nesnelliklerden uzak teoriler kurgulayanlardan çok daha sağlamdır. Bu topraklarda yaşayanların maddi yaşamla bağlarından, çok daha sağlam olduğunu ise, zaman hep beni haklı çıkaracak şekilde göstermiştir.
Sevgili dostum, demek ki, benim reddettiğimin PARTİ olmadığı, ÖRGÜTSÜZLÜĞÜ pompalamadığım apaçık ortadadır, neyi reddettiğim ise, şimdiye kadar açıklık kazanmadıysa, şimdi kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortadadır. O da, komünistleri ve yüzünü o tarafa çevirenleri, doğru yolunda yani sosyalist iktidar yürüyüşünün yolunda giderken, yanlış trene bindirip, doğru yöne koşturarak, yanlış yöne götürme cinliğine karşı çıkmamdır ama daha önemli bir şey yapıyorum ki, o da, bunu tarihe not düşerek, hiç silinmeyecek şekilde tarih sayfalarına kazıyarak, gelecek neslin gerçekleri öğrenmesini sağlamaktır.
Not; konumuz, TKP yi ayağa kaldırma bağlamında ilerlediği için, başka olumsuz unsurlar veya girişimler, hatta Türkiye’de gerçek anlamda bir politik bağımsız örgütün yükselmesinin önündeki diğer engel ve etmenler üzerinde durmadım, bu, onları yok saydığım ve bu temelde sorunların salt TKP yi ayağa kaldırma çerçevesiyle sınırlı olduğunu düşündüğüm anlamına da gelmez.
Son olarak, sayfana biriktirdiğin, parti belgeleri gibi titizlikle paylaşmaya, yaymaya çalıştığın her bir bildiride ifade edilenlerin, bu toprakların temel ve nesnel gerçekleri ile örtüşen yaklaşımları yansıtmadığını sana her zaman kanıtlayabilir, Marksist-Leninist temelde çürütebilirim. Bu konuda ifade ettiklerim de, Parti üzerine anlattıklarım da sır değildir ve azımsanmayacak denli, derinlemesine, gerçeklikle donanmış bilgileri ve teorik yaklaşımla ele alınmış tezleri içermektedir.
Kendini parti fetişizmine hapsederek,bu dediklerimi elinin tersiyle itebilir, ya da en azından gerçeklerin nesnellikle bağını sorgulayarak, buna denk düştüğü savıyla bu arkadaşların parti belgesi tonunda ortaya koyduklarının, nesnellikle ve gerçeklerle ne derece örtüştüğü konusunda kendin daha net çıkarsamalarda bulunabilirsin. Seçim senindir, ben kimseyi başka bir vagonda, tatlı olduğunu iddia ettiğim ayranımdan içirmek için ikna etmeye çalışmıyorum. Beni dikkatle izlediysen sen de göreceksin ki, benim temel olarak yaptığım, tarihe not düşmek yanında, aklı kendine ait olanların, kendine ait düşünce dinamikleri oluşturmasına ve akıl tutsaklığından kurtulmasına model yaratmaya çalışmaktır. Türkiye’deki Tekellerin ideolojik kuşatmasından, bir sürü alicengiz oyunları içeren, tiyatrovari gösterilerle yaratılan demokrasi illüzyonundan ve en önemlisi bunu gördüğü halde, bu dinamiğin direkt uygulayıcısı olanlarla bulaşık yaşama dinamiğinden, ancak bu şekilde kurtulmak ve savunma modundan, ideolojik-politik hücum moduna geçmek mümkün olabilir. Gerisi her halükarda, anarşizmdir ve her yerde hareketi kutsayarak, sonucu hiçbir şeye indirgeyecek, en başında sosyalist harekete yönelimi ters yöne çevirmenin dayanaklarını yaratmaktır.
Bu oyuna aklı başında olanların gelmemesi için uyarı görevimi son derece titizlikle yerine getirdiğime inanıyorum ve bunu her geçen gün ortaya çıkan gelişmelerin doğruladığını da görüyorum. O nedenle, söylediklerimin kesinkes yanlış olduğunu somut verilerle ve bilimsel yaklaşımlarla gösteremeyip, sessize yatmanın, asıl konulardan uzaklaşıp, başka ve tümüyle öznel yaklaşımlar içine girmenin, asıl gerçeklerin üzerini örtmek ve söylediklerimin yanlış olduğunu gösteremeyecek denli yanlışa bulanmışlıklarını örtmek için, hakaret, küfür nitelemeleri ile söylediklerimi karartma çabalarının ve önyargısal anlamda ön kabuller yaratmaya çalışmanın, söylediklerimi teyit etmekten başka bir anlam taşımayacağını da biliyorum ve gösteriyorum.
Öyleyse iki yol var, biri, sosyalizme giden yolda ki, son tahlilde bütün yollar sosyalizmi işaret etmektedir, sosyalist iktidarın yoluna dizilenlerin yönünü gösteren yol ile diğeri, her ne biçimdeki ambalajla sunulsa da, gerçekte bu yolun tam tersi istikamete dizilmeye çalışılanların yönünü gösteren yol. Tıpkı BURJUVA İDEOLOJİSİ İLE İŞÇİ SINIFI İDEOLOJİSİNİN MÜCADELESİNDEKİ UZLAŞMAZ KARŞITLIK GİBİ.
Başka bir ifadeyle, YOL aynıdır ama YÖN farklıdır; ya da YOL aynıdır, YÖN de aynıdır ama mesafesi kısadır; veyahut da YOL aynıdır, YÖN de aynıdır ve mesafesi de tam denktir ve de, mesafesi kısa kalanların da mesafesini, son noktaya denkleştirecek hüneri de, kararlılığı da içermektedir; ya da çok daha farklı, önceden kestirilemeyecek bir yönelim de olabilir... Ama burada temel sorun, aynı YOL da zıt YÖN’e gidenlerin yarattığı uzlaşmaz karşıtlığa rağmen, YOL’un aynı olması üzerinden, YÖN’ün de, her ne tarafa gidilirse gidilsin aynı olacağı demagojisinin, mutlak doğru imiş gibi yutturulmaya çalışılmasıdır.
Yani yön aynı ve doğru olduktan sonra, bir sürü yol bulunabilir, ya da önü tıkanan yolların yerine yeni yollar açılabilir. Dahası aynı yönde, belli bir yere kadar kendi yollarında gidenler de en doğru yöne biriktirilebilir. Ama yönler taban tabana zıt ise, açılan hiçbir yol, yönleri, yönelimleri ve güçleri birbirine yakınlaştırmaz, denkleştirmez ve aynı potada biriktirmez.

TKPli arkadaş, bu mektubumda ifade ettiklerimi sıkılmadan sonuna kadar okuyarak, okurken, bunu geç, bunu biliyoruz, yeni bir şey söyle, o senin fikrin gibi mırıldanmalar ile ifadelerimin bütünlüğünü birbirinden ayırıp, ifade ettiklerimden yalnızca küçük bir noktaya takılı kalmadan, dahası benim üstenci yaklaştığımı düşünmeden, bu son paragrafa kadar geldiysen, YOL umuzun da, YÖNümüzün de aynı olduğu, ya da tersi olduğu konusunda netleşmiş olacağına inanıyorum.
İşte bu noktadan itibaren, ifade edeceklerin belirleyici olacaktır ve hepimizin söyledikleri, tarihe bir not olarak düştüğü yerde asılı kalacaktır.
İfadelerin ne olursa olsun, saygı ile karşılayacağımı bilmeni isterim. İfadelerinde yansıttığın yönelim ne olursa olsun, ne bağlı olduğun http://www.tkp-online.org un kaybı ya da kazancı söz konusu olacak, ne de benim kaybım ya da kazancım söz konusu olacak. Kazanç tektir ve doğru olan kazanacaktır. Bu da ne benim, ne de senin tekelinde ya da düşüncelerinde asılı değildir.
Öyleyse, netlik her zaman yararlıdır ve doğruların doğru olduğunun somutlaşmasını kolaylaştıran bu netliktir.
Fikret Uzun

1 Temmuz 2010 Perşembe

PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ NEDİR

PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ, SÖMÜRÜCÜ SINIFLARIN EGEMENLİĞİNE SON VERİP, İKTİDARI ELE ALAN İŞÇİ SINIFINA VE BAĞLAŞIKLARINA DEMOKRASİ, İŞÇİ SINIFINI VE EMEKÇİ HALKLARI SÖMÜRENLERİN ELİNDEN ALINAN SÖMÜRME HAKKINA VE BU HAKKI YENİDEN KAZANMAK İÇİN ÖRGÜTLENME HAKKINA KARŞI DİKTATÖRLÜKTÜR.
Proletarya diktatörlüğü konusunda yeni bir teori gibi ortaya atılan Proletarya diktatörlüğünün iki ayrı tanımı nasıl oluyor bunun üzerinde durmak gerekir, başka bir ifadeyle Proletarya diktatörlüğünün iki ayrı tanımına yönelik yaklaşımı hepimiz bir teori olarak mı algılamalıyız. Yani şu mudur, Proletarya Diktatörlüğünü tanımlamadaki ikili karakterden söz etmenin anlamı; iki çeşit proletarya diktatörlüğü var, bazılarımız birini seçiyoruz ve bu devrimci görüşü yansıtıyor, bazılarımız da diğerini seçiyoruz ki o da dikta tanımı içine sıkışmış bir proletarya diktatörlüğü oluyor. Bir sahte komünistin dediğine benziyor bu, proletarya diktatörlüğünün en gelişmiş demokrasi olduğunu söyleyerek başlayan sahte komünistin, demokrasi bilinci çok gelişmiş bir halkın olduğu Türkiye’de, bu sözün yani PD sözünün, bunu yani en gelişmiş demokrasi tanımını vermediğini söylemesine benziyor. Yani en gelişmiş demokrasiyi anlatamadığını söylüyordu bu sahtekâr ve ardından da, işte bu nedenle bunu yani PD sözünü bırakıyoruz diyordu. PD bir söz değil ki, soyut bir kavram da değil, içini istediğin gibi doldurup sunasın. Ya da içine beğendiğini koyup ona göre şekillendiresin.
PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ sınıf mücadelesinin bütünü içinde bir olgudur ve kavramlaşmasının içine "olmazsa olmaz" koşulu yerleşmiştir. Ve kapitalizmden sosyalizme geçişin mekanizmasıdır ki, bunu belirleyen, PD nin öznel bir kurgu olması değildir. Tamamen nesnel koşulların, sosyalizm kuruculuğunda, eskinin doğum izlerini taşıyan toplumu yeni tip insanın yetiştirildiği sosyalist topluma yükseltmenin mekanizmasıdır. Bu olmazsa, sosyalizm de kurulamaz, yeni tip insan da oluşamaz ve sosyalist devrim olmadan, PD en tam ifadesiyle işletilmeden, Kapitalizmin artıkları temizlenmeden bu olmaz ve elbette bu, ancak bunların sonucu olarak gerçekleşebilecek olan sosyalist toplum ile; sınıfların, devletin ve proletarya diktatörlüğünün yani proletarya demokrasisinin ortadan kalması ile mümkün olabilir. Bu da, yeni tip insanın yaratılması ama ondan önce sosyalizm kuruculuğunu, PD ye dayanarak sürdürülen sınıf mücadelesi ile işçi sınıfının gerçekleştirmesi ile mümkün olacağını gösterir.
Ve burada işçi sınıfının sayısı değildir belirleyici olan, elbette etmendir ama asıl belirleyici olan onun nitelik olarak gelişkinliğidir. Bunun için de işçi sınıfı ideolojisinin yaygınlaşması, homojenize olması ve netleştirilmesi gerekir. İşte bu, sosyalist devrimi beklemeden üzerinde durulması gereken bir görevdir ama daha önce insanı insana yükseltmek gibi bir çaba, ham hayaldir ve sosyalizmden uzaklaşmayı da getirir.
Proletarya Diktatörlüğünden kaçmak için inanmak isteyenlerin inandığı gibi,sınıf mücadelesi, sosyalist bir devrimle son bulmuyor maalesef. Sınıf mücadelesi, sosyalizm kuruculuğu tamamlanana kadar devam etmektedir ve eskiye göre hem kolay ama aynı oranda zor ve karmaşıktır.
Çünkü sosyalist devlet, proletarya demokrasisidir aynı zamanda ve bu işçi sınıfına ve bağlaşıklarına demokrasi, burjuvaziye diktatörlük demektir ve bu, burjuvazinin bu diktatörlüğü aşıp, yeniden eskiye dönmek için eskisinden bin kat fazla bir çaba ve sinsilik göstereceğini gösterir bir durumdur.
Ve bunu yaparken de burjuvazi, başka mücadele yöntemlerini de deneyerek, en kolay ideolojik silah olarak demokratizme sarılır ki, bu hastalık Sovyetlerde bir döneme damgasını vurmuştur ve demokratizm, proletarya diktatörlüğü içine yerleştirilen en sinsi virüstür.
Ve de sosyalizm kuruculuğunun yönünü şaşırtan, proletarya diktatörlüğü olarak devam eden sınıf mücadelesini burjuvazi lehine sekteye uğratan bir tuzaktır.
Eğer sınıf mücadelesini Proletarya diktatörlüğü ile devam ettirmeyi yadsırsak ki, iktidarsız ve burjuvazi ile ortaklık temelinde "demokratik" bir sosyalizme vurgu yapanların en önemli saldırı ve kaçış noktası burasıdır ve sosyalist devrimle beraber en gelişkin demokrasinin geldiğini böylece işimizin bittiğini yani sınıf mücadelesinin bittiğini düşünürsek, demokrasiyi amaç olarak alırız ve o zaman demokrasiyi sosyalizmin üstünü örten ya da onu sonsuz bir mesafeye öteleyen durumuna yükseltmiş, sosyalizmi demokratizme indirgemiş oluruz. 21 yy. Marksistleri , eskiden düşülen ve hâlâ sıkı sıkı sarılınmak istenen bu yanılgıları tümüyle reddetmelidir ve reddedecektir.
Ne demek, biri "devrimci", diğeri "diktatör" kalıbı içinde iki PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ? Sözler ya da laflar üzerinde tartışarak bir yere varılamaz. Proletarya diktatörlüğü, bir söz, bir laf değildir. İçi dopdolu, olmazsa olmaz özellikte bir tarihsel kategoridir. Ve bu tarihselliği ancak ve ancak sosyalizm kurulduktan sonra yani sınıflar ortadan kalktıktan sonra yani proleter devlet ortadan kalktıktan sonra yani demokrasi ortadan kalktıktan sonra ortadan kalkacaktır. Ve bu, anarşistlerin yapmak istediği gibi ilga yoluyla değil, sönümlendirerek olacaktır.


Sosyalist devrimin tek ülkede ya da bütün dünyada aynı anda gerçekleşmesi sorunu bir bütünün birbiriyle diyalektik olarak bağlılığı ve ilişkisi içinde değerlendirilecek olan ve mutlaklaştırılmaması gereken bir sorundur.
Evet günümüz koşullarında belki tek ülkede devrim gerçekleşebilir ama onu kapitalizmden korumak ancak ve ancak dış dinamikte peşi sıra GELEN SOSYALİST DEVRİMLER İLE VEYA EN İYİ İHTİMALLE BU İHTİMALİN TAŞINDIĞI OLGULARIN VARLIĞININ EMPERYALİST KAPİTALİZMİ SIKIŞTIRMASI İLE MÜMKÜN OLABİLİR.
Ama son tahlilde, bunu belirleyecek olan iç ve dış koşulların dinamiğindeki, işçi sınıfı lehine, sosyalist iktidar lehine ya da tersine aleyhine olan koşulların dengesidir.
Ancak bunu şimdiden mutlaklaştırmak üzere, genel bir teori halinde hazırlayıp işçi sınıfının önüne koymak, proleteryanın devrimci partisinin taktik ve stratejisinin içine monte etmek yanlıştır.
Ve dahası, daha günümüzde sosyalist devrim için, sosyalist iktidar mücadelesi için savaşımda nesnel ve öznel olarak yadsınamaz biçimde var olan güçler üzerinde bile somut yaklaşımlar geliştirilememiş iken, böyle bir derinlemesine önem taşıyan konuyu sorun olarak en başa almak çelişkilidir. Bu tıpkı, bugünlerde sürekli olarak Manifestoya gönderme yaparak, sosyalist kuruculuğun ve hatta ondan sonrasının sorunu ve gerçekliği olan bir olguyu, bu günün sorunu haline getirerek kapitalizme karşı gelişen bütün çelişkilerin üstünü örtmek demek olan, "yoldaşım insan, vatanım dünya" biçimindeki lafızların taşıdığı olumsuz karakteri taşır. Hele ki, bunu diline dolayanların, sosyalizmi uzak geleceğe postalayıp, yerine demokrasiyi koyduğunu göz önüne alırsak tam bir şaşırtmaca olduğunu anlarız.
O halde, üç beş kelime ile sosyalist devrim konusunda birbirimizle ortak bir fikir geliştirmenin mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Üstelik malum olan üzerinde gereksiz tartışmalar da, fuzuli zaman kaybıdır. Hatırlatmak ayrıdır ama hatırlatma, bu fuzuli tartışmalara kapı açacaksa, en baştan yanlış bir işleve gebe demektir. Hepimiz böyle bir konu üzerine eğildiğimize göre, asgari koşullarda da olsa, Marksçı, Leninci bir görüş taşıyoruz demektir. Öyleyse henüz Marksçılığın Leninciliğin ne dediğini netleştirmeden, onların dedikleri üzerinden ilginç teorilerin ortaya atılması ama bunu yaparken de, bilerek ya da bilmeden, Marks, Engels ve Lenin’in teorilerini sulandıran çabaların peşine takılmamız hiç birimize bir şey kazandırmaz. Olsa olsa laflar üzerinde tartışmalar gelişir ve maharet, laflar üzerindeki cambazlığa kalır. En iyi ve çarpıcı, kulağa en hoş gelen lafları sıralayanlar daha baskın çıkabilir ama bu nesnel olanı değiştirmez. O nedenle dostane bir yaklaşımla, gerçeklikler üzerinde, bu gerçekliklerin tarihsel bağları ve günümüzdeki anlamı üzerinde tartışmamızda yarar vardır.
Ve beni tanıyanlar bilir ki, hepimizin öyle olması gerektiğine inanıyorum, bu tür tartışmalar bir manipulasyon dinamiği içersinde, bilinçli bir çarpıtmaya yataklık ederse, en başta ben karşı çıkmakta ve konuyu ideolojik tartışma boyutundan, ideolojik mücadele boyutuna taşımakta tereddüt etmem. Çünkü günümüz hâlâ burjuva ideolojisi ile işçi sınıfı ideolojisi arasındaki mücadelenin nesnelliğini taşımaktadır ama bu mücadele türlü entrikalarla, illuzyonist tiyatrolarla sessizleştirilmekte, yokmuş gibi gösterilmektedir. Oysa bu mücadele eskisinden bin kat yoğunlaşmış ama bir o kadar da bastırılmış olarak nesnelliğin içinde asılıdır. En küçük bir kıvılcım, bu mücadelenin şiddetini sıçramalı olarak artırmaktadır. Ve bu tür alanlarda, en kötüsünü düşünmek, akıl taşıyanların birinci hassasiyeti olmalıdır. Ancak öyle sapla saman birbirine karıştırılmadan önlenebilir. Bunun için tüm arkadaşlara, henüz Marksizm-Leninizm’in teorisini yeterince anlamadan onun üzerinden ahkâm kesmemelerini öneririm. Tersine hareket etmek, iyi niyetle başlansa bile, burjuva ideolojisinin işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde kurduğu hegemonyasının güçlenmesine yardım eder. Öyleyse hepimizin ideolojik yeterliğimizi sorgulamamız, bilgi eksikliğimiz varsa, tamamlanmasını burada aramak gafletinden vazgeçmemiz gerekmektedir. Bu alana kim sığdırabilir ki, bir sosyalist devrim teorisini. Kim bu teorinin denenmiş boyutundan çıkartılan dersleri derinlemesine irdeleyerek bu alana sığdırabilir.
Öyleyse, burası umutların çoğaltıldığı, sosyalizmin cazibesinin artırıldığı, sosyalist iktidar mücadelesine yönelimin artırıldığı, en azından bunların üstündeki örtülerin, önündeki engellerin kaldırılmasına kapı açıldığı yerler olmalıdır. Ve belki şimdi bile başladı, bir zaman gelecek bu tür alanlar, hem alanlarını haddini aşan yorumlara kapacaklar ve hem de buradaki yorumlardan bir veri deposu ile sonuçlar çıkarılıp vakti geldiğinde, yukarda sözünü ettiğim ideolojik mücadelede taraf olunan kesimin hizmetine verilecektir. Biraz dikkat, biraz ciddiyet gerekmektedir. Burada konuşulan her şey, sınıf mücadelesinin, burjuvazinin ideolojisi ile işçi sınıfının ideolojisi arasındaki mücadelenin içinde olan konulardır. Kimse müsamerede olduğunu düşünmüyordur, bundan eminim ama tartışmaların ciddiyetinde ağırlık biraz o yöndedir. Öyleyse ağırlığın eksenini ideolojik mücadelenin tarafına kaydırmak ilerletici olacaktır.

Proletarya diktatörlüğü konusunda yeni bir teori gibi ortaya atılan Proletarya diktatörlüğünün iki ayrı tanımına yönelik yaklaşımı savunmak için ortaya konulan gerekçe ve bu gerekçeye dayanak yapılan saptama daha ilginç, şöyle deniliyor; "Proleteryanın diğer sınıflar üzerine şoven yapıda bir dikta kurabileceğini ve amacının sadece bu diktayı devam ettirmek yani sosyalizme gitmemek olabileceğini tahmin edebilirsiniz "
Bu yetmiyor, bunun,"olasılıklar dahilinde olan bir durumdan söz ederek, yeni bir oligarşik yapılanmadan basitçe söz etmek olduğu " vurgulanıyor. Böylece asıl demek istenileni anlamadığımız için, yavuz hırsızın ev sahibini bastırması misli, eleştiri sahibine karşı ortaya konulan öfkenin açığa çıkması yanı sıra, kabahatini örtmeye çalışmak için maharetini gösteren maharet sahibinin, aslında kabahatini örtme çabasının devam ettiği de görülüyor.bu da yetmiyor, her öznel kurguda olduğu gibi, nesnellikten uzak bir tezin kanıtlanmasına dayanak yapmak üzere,öznel olarak ön kabul yaratmak için, bilinen ya da bilinmesi gereken bir gerçekliğe atıfta bulunuluyormuş gibi, hangi bilimsel verinin ürünü olduğu belirtilmeden ,"Sınıflarda bugüne kadar var olmuş temel özelliklerden biri gücü ele geçirdiğinde gücü diğer sınıflarla paylaşmama eğilimine sahip olduğunu biliyorsunuz." deniliyor.daha vahimi de var, "Bu nedenledir ki Yeni İnsan'dan söz ediyorum." denilerek, yeni insan oluşmadan işçi sınıfının,Proletarya Diktatörlüğünü kendi şoven amaçları için yaratacağı bir diktaya çevirebileceği dolayısıyla sosyalizme yönelmeyeceği kanıtlanmaya çalışılıyor.

Bu bilimsellikten uzak, ciddiyetle bağdaşmayan tanımlamalar ve gerekçeleri için, bizim," tabii ki her şey olabilir, hatta sosyalist devrimin gerçekleştiğinin ertesi sabahı lades denilerek, biz aslında sizi kandırdık ve sosyalizm mosyalizm istemiyoruz, şimdi marş marş hepiniz çalışma kamplarına biz, sosyalizme ne kadar heveslisiniz onu tespit etmek için komünist göründük, aslında komünizmden hep nefret ettik ... şeklinde gülümseten bir ifade kullanma hakkımız doğmaktadır. Ama yine de, ben gülümsedim, siz gülmeyin, örneği var; 70 yıl sabredip, kendini komünist gösterip, komünist parti içinde örgütlenerek SBKP nin en tepesine çıkanlar var. Şimdi onların son popüleri olan ve emperyalistlerin de, proletarya Diktatörlüğünden çoktan çark etmiş sahtekâr sosyalistlerin de pek sevdiği Gorbaçov,"ben komünizmden hep nefret ettim" diye diye emperyalizmin kalesinin caddelerini arşınlamaktadır. Ve bunun nedeni herhalde Proletarya diktatörlüğünün diktatörlük kısmını içeren çeşidini raftan alıp onun üzerinden hareket etmek değildir. Proletarya diktatörlüğünün işletilmesinden yani sınıf mücadelesine demokratizm mikrobu sokarak sosyalizm kuruculuğundan sapmaktan ileri gelen bir yıkımdır. Bu yıkımın temel engeli ise, proletarya diktatörlüğü olgusunu öznel bir söze, öznel bir kurguya indirgemeden, sınıf mücadelesinin gereği olarak, hatta kendisi olarak ele alıp, sosyalist insanı yetiştirmenin koşullarını hazırlayacak denli sınıfların, sınıf mücadelesinin, devletin, proletarya diktatörlüğünün ve demokrasinin ortadan kaldırılması koşullarını gerçekleştirmekle mümkündür. Bunu da yapabilecek olan elbette hâlâ bilinçli işçi sınıfıdır. Yani bunun için, yeni tip insanın tekâmül etmesini beklemek de, onun kapitalizm koşullarında oluşacağına, bunun için uzun zaman alsa da kapitalizm koşullarında sağlam bir örgütlenmeye gitmenin yeteceğine inanarak hareket etmek de hem bilim dışıdır ve hem de hiç olgunlaşmayacak, Ütopyacıların hayallerinin bile gerisine düşen ham hayaldir. Fakat burada politik, ideolojik bir kurnazlık, bir şaşırtmaca var ki, kaynağı burjuva ideolojisindedir. Bu kurnazlık, emperyalist burjuvazinin doludizgin ilerlediği ama dünyayı gerilettiği YDD yi için, özellikle kendisi için zenginlik üreten sınıfları sürüleştirmek, edilgenleştirmek yani dizüstü durmalarını daha da kolaylaştırmak için ürettiği, ortaya çıkan çelişkilerin, kendisine yönelen ucunun keskinleşmesini ortadan kaldırmak, örtmek için geliştirdiği, ideoloji saldırının, sorunların çözümünün sınıf mücadelesi ile sınıf çelişklerinin keskinleşmesi ile mümkün olacağı dolayısıyla, bunun merkezinde işçi sınıfının olacağı gerçeğini yadsıyarak, merkeze insanı koymak şeklindeki tezahürünün ifadesinden başka bir şey değildir.
Öyleyse tekrar ediyorum ki, bu koşullar oluşmadan sosyalizmin kapitalist restorasyonu riski her zaman vardır ve yeni tip insan bu mekanizmanın yani Proletaryanın devlet mekanizmasının yani proletarya diktatörlüğünün kurgusal olarak değil, nesnellikle bağlantılı olan olmazsa olmaz karakterine sıkı sıkı sarılarak işletilmesi ile yaratılmaya başlanılabilir ve asıl en tam ifadesiyle yeni tip insana yönelim, kapitalizmin artıklarının, dolayısıyla kapitalizme dönüş heveslerinin ortadan kalkmasının güvencesi sağlandıktan sonra gerçekleşecektir ki, sosyalizmin kuruculuğunun, komünist aşamaya geçişin temel koşulu, olmazsa olmaz koşulu budur.
Yeni tip insan olmazsa, komünizme geçiş mümkün olmaz. Yeni tip insana, kapitalizm koşullarında ve devrimin henüz kapitalizmle birlikte ilerlediği koşullarda, bu anlamda sınıf mücadelesinin şiddetinin yüksek olmaya devam ettiği koşullarda yönelmek mümkün değildir. Ve yeni tip insana yönelmek için, insan hakları, barış, demokratizm ile yani merkeze insanı koyarak sorunları çözmek, "önce insan" diyerek sorunlara yaklaşmak, sosyalizm kuruculuğuna vurulan en önemli darbedir ve proletarya diktatörlüğünden burjuvazi lehine uzaklaşmanın en önemli manevralarını oluşturur ki, Sovyet sosyalizmine demokratizm insan hakları ile söz gelimi, Saharov için koparılan insan hakları vaveylası ile girmiş ve kapitalist restorasyona en önemli yataklığı kazandırmıştır. Diğer bütün etmenler de bundan ayrı değildir. Bu yatak üzerinde can bulmuş ve kapitalist restorasyon gerçekleşmiştir. Eğer proletarya diktatörlüğünü yanlış işletmekten kasıt bu ise, bunu bu şekilde açıklıkla ortaya koymak gerekir. Yoksa söylenenler, anti Stalinist, Troçkist ve Maoist tutumların, kendileri tarihe karışmış oldukları halde, bugün canlandırılması çabalarına işaret eder ve söylelenlerin amacında bu asılı değilse, ne kadar iyi niyetli olunursa olunsun, o tarihsel olarak da, bilimsel olarak da yanlış olduğu kanıtlanmış tutumları harekete geçiren bir işaret değeri taşır.
Öyleyse net olmak gerekiyor. Bunun için de ideolojik olarak yeterli olmaya çalışmak gerekiyor. Proletarya, elindeki devlet aygıtı ile proletarya diktatörlüğü ile gücünü diktatörlük yönünde ağırlaştırdığında, gücünü diğer sınıflarla (eğer bu diğer sınıflardan sömürücü sınıflar kastediliyorsa ) paylaşmak nasıl mümkün olabilir ki? İşçi sınıfının elindeki proletarya diktatörlüğünün, diktatörlük yanı zaten sömürücü sınıflara karşıdır. İkincisi, eğer diğer sınıflarla gücünü paylaşmak derken, özünde küçük burjuva olan köylülükle paylaşmamaktan yani diktatörlüğünü bu yönde işletmekten söz ediliyorsa, proletarya diktatörlüğünün işleyişinin ve sömürücü sınıflara karşı gücünün pekişmesi için elbette proletarya diktatörlüğüne köylülüğü de katması gerekmektedir ama iktidarı yine de paylaşmak demek değildir bu ve bunun kötü niyetli bir diktatörlük eğilimi olduğunu da söyleyemeyiz.
Ve deneyler gösteriyor ki, asıl sorun proletarya Diktatörlüğünün diktatörlük yanından uzaklaşmakla başlamıştır ve bu, sosyalizm kuruculuğunun duraklamasına, savunma noktasına gerilemesine, dolayısıyla burjuvazi ile proletarya diktatörlüğü koşullarında yürütülen sınıf savaşını kaybederek sosyalizmin kapitalist restorasyonla son bulmasına neden olmuştur. Oysa Proletarya Diktatörlüğü ile ilgili Marksist-Leninist teorinin içeriğinden tümüyle uzak olarak ortaya konulan tanımlamalar ve bunları ikna etmek için öne sürülen gerekçeler, şu anda, daha önce sıkı sıkı sarılınan bir yanılgıyı, ortada Sovyet sosyalizminin olmadığı ve işçi sınıfının kalmadığının pompalandığı bu günkü koşullara taşımanız hem yanlış, hem deneyimlerin gösterdiği gerçeklikleri çarpıtan ve hem de son derece çelişkili bir yanılgı hastalığına işarettir.
Olguları irdelemek ve onların tarihsel bağlarını hesaba katmak yerine, hem bu bağlardan koparıp, hem de o olguyu bir lafa, bir kurguya indirgeyip, etrafında dönen bir tartışmayı alevlendirmek, asıl sorunlardan uzaklaşmayı getirir. Bu, emperyalist burjuvazinin, bir soyut çelişki ile asıl olan, somut olan, belirleyici olan çelişkinin üzerini örtme manevrasının taktiğidir. Emperyalizm ve özellikle de Siyonizm, bu temel şaşırtmaca taktiği ile mezenformasyon dinamiğinde başarılı olabilmektedir. O nedenle tekrar etmek zorundayım ki, laflar üzerinde değil, olgular üzerinde fikir alışverişi yapalım ve fikirlerimizi zenginleştirelim. Bu da bilgi ile düşünceyi bir bütün olarak ele almakla mümkündür.

Fikret Uzun